Opec Günlük Petrol Fiatı
Petrokim: Şubat 2012 İran Avrupa'ya Petrol Resti : İran'ın bazı Avrupa ülkelerine petrol satışını gözden geçireceği bildirildi. İran Radyo Televizyonu'nun (IRIB) haberine göre, İran petrol ihracatını durdurma konusundaki kararlılığını ilgili ülkelerin Tahran'daki Büyükelçilerine iletti.

15 Şubat 2012 Çarşamba

OECD Ülkeleri

Halen 33 tam üye olan ülke vardır, bu ülkeler arasında 30 tanesi (* ile gösterilmiştir)Dünya Bankası tarafından 2005'de yüksek gelirli ülkeler arasında gösterilmiştir.
Kurucu üyeler (1961)
Avusturya*
Belçika*
Kanada*
Danimarka*
Fransa
Almanya*
Yunanistan*
İzlanda*
İrlanda*
İtalya*
Lüksemburg*
Hollanda*
Norveç*
Portekiz*
İspanya
İsveç İsveç*
İsviçre*
Türkiye*
Birleşik krallık*
ABD*
Sonradan katılanlar:
 Avusturalya (1971)*
 Çek Cumhuriyeti(1995)*
Finlandiya(1969)*
 Macaristan(1996)*
Japonya(1964)*
 Meksika(1994)*
 Yeni Zellanda(1973)*
 Polonya(1996)*
 Slovakya(2000)*
 Güney Kore(1996)*
 Şili(2010)*
 Estonya(2010)*
 Slovenya(2010)*
 İsrail(2010)*

OECD

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü uluslararası bir ekonomi örgütüdür.
CD uluslararsı bir ekonomi örgütü olup, 14 Aralık 1960 tarihinde imzalanan Paris andlaşmasına göre, 1961 kurulmuştur.
Avrupa o sıralarda savaş yıkıntıları içerisindeydi.OECD nin amacı Avrupa'yı bu harebe durumdan kurtarmak için Marshall planı çerçevesinde yeniden yapılandırmaktı.Üyelerinin büyük bir bölümü AB ve İUT üyeleridir, çoğunluğu da gözlemci üyelerdir. OECD ülkeleri sanayileşip zengin olmuş ülkelerdir
Örgütün tüzüğe bağlanmış amaçları şunlardır:
Finansal istikrarın eşzamanlı olarak korunduğu üye ülkelerde ve hem de özellikle gelişmekte olan ülkelerde halkın yaşam standartının iyileştirilmesi, sürekli ve dengeli ekonomik gelişim sağlayan politikaya destek ve yardım, işsizliğin ortadan kaldırılması;
Ekonomik genişleme politikasının uyandırılması ve sosyo-ekonomik eşgüdümlü gelişmenin desteklenmesi;
Uluslararası yükümlülüklere uygun olarak çok taraflı ve ülkeler arasında ayrım gözetmeyen dünya ticaretinin geliştirilmesine destek verilmesi.
OECD'ye üye veya bu örgüte üyelik talebinde bulunan ülkeler, sosyo-politik ve ekonomik yaşamda, aşağıda belirtilen üç ilkeyi vazgeçilmez değerler olarak benimsemişlerdir:
Demokrasi
İnsan hakları ve Yurttaş özgürlüğüne bağlılık;
Bu ilkeler, aynı zamanda, yukarıda belirtilen amaçların gerçekleştirilmesine de hizmet ederler. OECD, bir taraftan bu ilkelerin üye ülkelerde güçlendirilmesine katkı sağlarken, diğer taraftan da örgüte üye olmayan ülkelerde ilkelerinin tanıtımını yapmaktadır.

İran Resti

İran Avrupa'ya Petrol Resti
İran'ın bazı Avrupa ülkelerine petrol satışını gözden geçireceği bildirildi.
İran Radyo Televizyonu'nun (IRIB) haberine göre, İran petrol ihracatını durdurma konusundaki kararlılığını ilgili ülkelerin Tahran'daki Büyükelçilerine iletti.
Haberde Fransa, Hollanda, İtalya, İspanya, Yunanistan, ve Portekiz'in  Tahran Büyükelçilerinin Dışişleri Bakanlığına davet edildiği belirtildi.
Büyükelçilerle görüşme de, AB'nin 1 Temmuz'dan itibaren İran'dan ham petrol almama kararı ve İran'ın atacağı adımların görüşüldüğü ifade edildi.
Görüşmenin içeriğine ilişkin ayrıntılı açıklama yapılmadı.
İran'ın Petrol Bakanı Rüstem Kasımi 4
Şubat'taki basın toplantısında "Bazı Avrupa ülkelerine petrol ihracatı kesinlikle durdurulacak" demişti.
İran'ın petrol ihracatında hiçbir endişesi olmadığını belirten Kasımi, ABD'nin isteklerine
teslimolunmayacağını vurgulayarak, AB'den petrol ambargosu kararını gözden geçirmesini istemişti.
Bu arada İran Meclisi de AB'ye petrol satışının durdurulması yönünde adımlar atılacağını açıklamıştı.
Tahran
Kaynak.Haberler.com

13 Şubat 2012 Pazartesi

Rüzgar enerjisi

Rüzgar enerjisi; rüzgar oluşturan hava akımının sahip olduğu hareket (kinetik) enerjisidir. Bu enerjinin bir bölümü yararlı olan mekanik veya elektrik enerjisine dönüştürülebilir.
Rüzgârın gücünden yararlanılmaya başlanması çok eski dönemlere dayanır. Rüzgâr gücünden ilk yararlanma şekli olarak yelkenli gemiler ve yel değirmenleri gösterilebilir. Daha sonra tahıl öğütme, su pompalama, ağaç kesme işleri için de rüzgâr gücünden yararlanılmıştır. Günümüzde daha çok elektrik üretmek amacıyla kullanılmaktadır.
Fosil, yakıt yöntemlerde atmosfere zararlı gazlar salınmakta, bu gazlar havayı ve suyu kirletmektedir. Rüzgârdan enerji elde edilmesi sırasında ise bu zararlı gazların hiçbiri atmosfere salınmaz, dolayısıyla rüzgâr enerjisi temiz bir enerjidir, yarattığı tek kirlilik gürültüdür. Pervanelerin dönerken çıkardığı sesler günümüzde büyük ölçüde azaltılmıştır. Rüzgarı bol olan bölgelerde bu tür rüzgar tribünleri yaygınlaştırılarak, temiz elektrik enerjisi elde edilmektedir.Ülkemizde; temiz enerji dediğimiz rüzgar enerjisi konusunda bir çok firma gerekli izni alarak alan çalışması yapmakta ve bir kısım yatırımcılarımızda muhtelif yerlerde elektrik üretimine geçmiş bulunmaktalar.

Güneş enerjisi

Güneş enerjisi veya Güneş erkesi, Güneş ışığından enerji elde edilmesine dayalı teknolojidir. Güneşin yaydığı ve Dünya'mıza da ulaşan enerji, Güneş'in çekirdeğinde yer alan füzyon süreci ile açığa çıkan ışınım enerjisidir. Güneşteki hidrojen gazının helyuma dönüşmesi şeklindeki füzyon sürecinden kaynaklanır. Dünya atmosferinin dışında Güneş ışınımının şiddeti, aşağı yukarı sabit ve 1370 W/m2 değerindedir; ancak yeryüzünde 0-1100 W/m2 değerleri arasında değişim gösterir. Bu enerjinin Dünya'ya gelen küçük bir bölümü dahi,insanlığın mevcut enerji tüketiminden kat kat fazladır. Güneş enerjisinden yararlanma konusundaki çalışmalar özellikle 1970'lerden sonra hız kazanmış, Güneş enerjisi sistemleri teknolojik olarak ilerleme ve maliyet bakımından düşme göstermiş, Güneş enerjisi çevresel olarak temiz bir enerji kaynağı olarak kendini kabul ettirmiştir.
Fosil yakıtlarına oranla, çok temiz ve çevre dostu bir enerji sistemidir. Diğer enerji türlerine göre fazla karmaşık olmayan bir teknik bütünselliğine sahiptir.

Asfalt

Ana olarak bir hidrokarbon olan asfaltın, kimyasal bileşimi oldukça karışık ve değişken olup, petrolün destilasyonundan veya doğal yataklardan elde edilir. Bugün yaygın olarak kullanılan asfalt, petrolün rafinasyonundan elde edilen yan üründür. Maden kömürünün damıtılması aşamasında elde edilen siyah madde zifttir. Buna toprak veya taş eklenir.
Asfalt; yolların, hava alanlarının kaplanmasında, çatı izolasyonunda , su ile ilgili olan yapılarda su geçirmezlik sağlamada kullanılır. Yapışkan özelliği vardır. Boya sanayinde, akü üretiminde, su kanallarını kaplamada ve kil tuğlalarını yapıştırmada kullanılır. Asfalt; genellikle petrolün oksidasyonu sonucunda ortaya çıkmıştır. Yani petrol kökenlidir. Çamur ve göl halinde (Bermudez kara gölünde ve Trinidad' 'daki kara gölde ) bulunduğu gibi, yer altında kaya aralarında sert halde de bulunur. Sert haldekiler yer altından maden çıkarılır gibi çıkarılır. Ayrıca kum taşlarında ve killer arasında da bulunur.

Nijerya

Dünyanın en zengin petrol yataklarından bir bölümünü bünyesinde barındıran Nijerya’da, insanlar hala yoksulluk içinde yaşamaktalar.Nijerya'da petrol yüzünden  toprak ve su kirleniyor, şiddet artıyor...
Petrol, güney Nijerya'daki her şeyi kirletiyor. Boru hatlarından sızan petrol, toprağı ve suyu zehirliyor. Petrolden sağlanan kârı hortumlayan politikacıların ve generallerin ellerini kirletiyor. Ve yine bu sıvı servetten pay almak adına -silah kullanmaktan, boru hattına sabotaj düzenlemeye, yabancı petrol çalışanlarını kaçırmaya kadar- her yola başvurabilecek gençlerin geleceğini karartıyor.
Bir başarı öyküsü için gereken her şeye sahip olan Nijerya, yoksul bir Afrika ülkesi iken birdenbire muazzam bir servete kavuştu. 1956'da Nijer Deltası'nın bataklıklarından ilk petrol nasıl fışkırdıysa, ülkede zenginlik hayalleri de aynı güçle filizlendi. Dünya pazarları, kolayca rafine edilerek benzine ve dizele dönüşen delta ham petrolüne, Bonny Light adı verilen bu düşük kükürtlü “tatlı” sıvıya büyük rağbet gösterdi. 1970 ortalarına gelindiğinde Nijerya, OPEC'e (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) katılmıştı ve devlet bütçesi petro-dolarlarla dolup taşıyordu.
Her şey mümkün gibi görünüyordu... Ama her şey ters gitti...
Çöp yığınlarıyla dolu kalabalık gecekondu mahalleleri kilometreler boyunca uzanıyor. Bir açık hava mezbahasından çıkan boğucu kara dumanlar, evlerin üzerine çöreklenmiş. Sokaklar çukurlarla ve tekerlek izleriyle delik deşik. Habis çeteler okullarda kol geziyor. Seyyar satıcılar ve dilenciler benzin kuyruklarında bekleyen araçlara üşüşüyor. Burası, ABD ile Meksika rezervlerinin toplamından daha büyük bir petrol rezervinin tam ortasında yer alan, Nijerya petrolünün merkezi ve Rivers eyaletinin başkenti olan Port Harcourt. Bu kentin ışıldıyor olması gerekir, oysa çürüyor.
Kentin ötesinde; çaylar, ırmaklar ve boru hattı kanallarının damar damar ördüğü bir labirentte -dünyanın en geniş sulakalanlarından biri olan deltada- ise durum daha da kötüleşiyor. Toprak duvarlı kulübelerle paslı barakalardan ibaret köyler ve kasabalar, nehir kıyılarına tutunmuş. Yarı çıplak, aç çocuklarla işi gücü olmayan asık yüzlü büyükler, gruplar halinde toprak yollarda dolanıp duruyor. Elektrik yok, temiz su yok, ilaç yok, okul yok. Balık ağları kupkuru; ağaçtan oyulmuş kanolar hiç kullanılmaksızın çamurlu kıyılarda öylece yatıyor. Onlarca yıldır süren petrol sızıntıları, yanan gazdan kaynaklanan asit yağmurları ve boru hatları için mangrovların yok edilmesi balıkları öldürmüş.
Nijerya'yı yıkıma götüren, ona umut vaat eden şeyin; ülke ihracat gelirlerinin yüzde 95'ini ve toplam gelirin yüzde 80'ini oluşturan petrolün ta kendisi. 1960'ta Nijerya'da ihracatın neredeyse tümünü palmiye yağı ve kakao çekirdeği gibi tarım ürünleri oluştururken, bugün bu ürünlerin ülke dış ticaretindeki payı öyle azalmış durumda ki, ülke ekonomisine katkısı önemsiz ticaret malları olarak tanımlanmaktadır. 130 milyonluk nüfusu ile Afrika'nın bu en kalabalık ülkesi, gıda konusunda kendine yeterken, artık ürettiğinden daha fazlasını dışarıdan alıyor. Rafinerilerinin sürekli arızalanması nedeniyle, petrol zengini Nijerya, akaryakıtının büyük bölümünü de ithal etmek zorunda. Ama öyle olsa bile, yeterince benzin temin edilemediği için benzin istasyonları çoğunlukla kapalı. Kısa süre önce hazırlanan bir Birleşmiş Milletler raporuna göre, Nijerya, yaşam kalitesi endeksinde Libya'dan Endonezya'ya kadar belli başlı tüm petrol ülkeleri arasında sonuncu geliyor. Dünya Bankası, silahlı çatışma, salgın hastalık ve kötü yönetim riskleriyle kuşatılmış Nijerya'yı “kırılgan devlet” sınıfına sokuyor.
MEND (Nijer Deltası'nı Özgürleştirme Hareketi) adı altında yeraltında faaliyet gösteren silahlı militanların, -çoğunu Shell Nigeria'nın işlettiği- petrol platformları ve pompalama istasyonlarına yaptığı saldırıların şiddetinin geçtiğimiz yıl artması üzerine, ülkede şiddetli bir kriz endişesi tırmandı. MEND ve diğer grupların militanları, askerleri ve güvenlik görevlilerini öldürdü, yabancı petrol çalışanlarını kaçırdı, Çinli petrol şirketi yöneticilerinin ziyaretini protesto etmek için deltadaki Warri kentinde bombalı araçları havaya uçurdu ve nerelere kadar uzanabildiklerini göstermek amacıyla, Gine Körfezi'nde, kıyıdan 40 mil açıktaki bir petrol kulesini ele geçirdi. Bu saldırılar nedeniyle 500.000 varillik günlük petrol akışı durunca, ülke gelir kaybını telafi için açık deniz rezervlerini kullandı.
Örnek ulus olma potansiyeline sahip Nijerya, servetten pay almak adına giderek daha fazla yolsuzluk, sabotaj ve cinayete başvurulan; petrol parasına bağımlı, tehlikeli bir ülkeye dönüştü. Deltadan yarım yüzyıl boyunca çıkarılan petrol, ne yazık ki halka daha iyi bir yaşam sağlayamadı. Aksine, her şeye rağmen daha yoksul ve daha umutsuzlar.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Rafineri

Ham petrol'ün rafine edildiği yer. Yani; petrolün türevlerine ayrıştırıldığı tesis.Türkiye'de genel olarak denizlerin kıyı köşelerine kurulan rafinerilerden, bir tanesi İzmir/Aliağa'da, bir tanesi Mersin'de (ATAŞ), bir tanesi İzmit'te (İPRAŞ), bir tanesi Batman'da ve bir tanesi de Kırıkkale'de (orta Anadolu rafinerisi) bulunur. Muhtelif taşıma yöntemiyle rafineriye getirilen ham petrol burada işlenerek çeşitlerine ayrştırılır.

Ham Petrol

"Ham" petrol nedir?
Yerküre içerisinde organik materyalin başkalaşımı ile oluşmuş ve gözenekli kayaçlar içerisinde depolanmış sıvı haldeki hidrokarbonlara ham petrol adı verilir. Petrolün başındaki "ham" terimi bir hammadde olduğunu ve henüz işlenmediğini gösterir. Ham petrol, Rafinerilerde bileşenlerine ayrıştırılarak (damıtılarak) günlük yaşamımızda kullandığımız pek çok ara madde ve akaryakıt ürünleri elde edilir.
İngilizcede petrol yerine kullanılan petroleum terimi köken olarak Grekçe’den (Yunanca’dan) türemiş olup, taş anlamına gelen "petra" kelimesi ile yağanlamına gelen "oleo" kelimelerinin birleşimidir ve taşyağı anlamına gelir. Eski Grekler’den daha önce, Mezopotamya  dillerinde naptu kelimesi taşyağı anlamında kullanılmıştır. Daha sonra bu kelime nafta olarak evrimleşmiş ve bugün pek çok dilin kelime haznesine ham petrol veya petrolden elde edilen gazyağı ve benzin türü hidrokarbon sıvıları belirtmek üzere girmiştir.

9 Şubat 2012 Perşembe

Uranyum

Uranyum kimyasal bir eleman. Sembolü U. Atom ağırlığı 238,2 atom numarası 92 dir. Demir görünüşünde bir madendir, 1800 derecede ergir, atomsal parçalanmada radyumu verir. Son yıllarda teknikte en çok kullanılan elemanlardan biri olmuştur. Periyodik tablonun III B grubundaki aktinitler serisinde yer alan radyoaktif kimyasal element. Yoğun, sert ve gümüş beyazı renginde bir metal olan uranyum tabii elementler arasında atom ağırlığı en yüksek olanıdır.












Nükleer Silah

Nükleer silah, nükleer reaksiyon ve nükleer fisyonun birlikte kullanılmasıyla ya da çok daha kuvvetli bir füzyonla elde edilen yüksek yok etme gücüne sahip silahtır. Genel patlayıcılardan farklı olarak, çok daha fazla zarar vermek amaçlı kullanılır. Sadece kullanılan bir silah, tüm bir kenti ya da bir ülkeyi canlı, cansız ne varsa tamamen yok edecek güçtedir.

Plastik

Plastik, karbonun,(C)hidrojen(H), oksijen (O), azot (N) ve diğer organik ya da inorganik elementler ile oluşturduğu monomer adı verilen, basit yapıdaki moleküllü gruplardaki bağın koparılarak, polimer adı verilen uzun ve zincirli bir yapıya dönüştürülmesi ile elde edilen malzemelere verilen isimdir.
Örneğin; etilen bir monomerdir. Bu monomerden oluşturulan polimer olan polietilen ise polimerdir. En çok kullanılan plastiklerin başında gelir.
Tanımdan anlaşılacağı üzere plastikler doğada hazır bulunmaz, doğadaki elementlere insan tarafından müdahale edilerek elde edilir. Plastiklerin elde edilmesi, belli bir sıcaklık ve basınç altında, katalizör kullanılarak monomerlerin reaksiyona sokulması ile olur. Plastik ilk üretildiğinde toz, reçine veya granül halde olabilir. Genelde plastikler petrol rafinerilerinde kullanılan ham petrolün işlenmesi sonucu arta kalan malzemelerden elde edilir. Yapılan araştırmalara göre yeryüzündeki petrolün sadece % 4 lük bir kısmı plastik üretimi için kullanılmaktadır.
Yaygın olarak kullanılan plastik türleri
1-Polietilen (Polyethylene) (PE): Geniş bir kullanım alanı vardır.
2-Polipropilen (Polypropylene) (PP): Yaygın kullanılan plastiklerdendir. Otomobil yan sanayinde, bahçe mobilyalarında vb. yerlerde kullanılır.
3-Polistiren (Polystyrene) (PS): Paketleme, elektronik ve beyaz eşyaların plastik kısımları vb. kullanım alanları vardır.
4-Polietilen tereftalat (Polyethylene terephthalate) (PETE): Pet şişe ismi bu malzemeden gelmektedir.
5-Polyamid (Polyamide) (PA) (Nylon): Fiber, diş fırçası kılları, misina vb. kullanım alanları vardır.
6-Polyester (Polyester): Tekstilde kullanımı yaygındır.
7-Polivinil klorid (Polyvinyl chloride) (PVC):Boru, profil vb. imalatında kullanılır.
8-Polikarbonat (Polycarbonate) (PC): CD, gözlük vb. imalatında kullanılır.Alevi iletmeme ve kendini söndürme özelliğine sahiptir.
9-Akrilonitril bütadien stiren (Acrylonitrile butadiene styrene) (ABS): Elektronik aletlerin plastik aksamında yaygın olarak kullanılır.
10-Poliviniliden klorid (Polyvinylidene chloride) (PVDC) (Saran): Yiyecek paketlemede kullanılır.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Avrasya


Günümüzde, enerji kaynaklarına tam hâkimiyet sağlamak temelinde Avrasya’da süren güç mücadelesi, ülkeler arasında rekabetten ittifaklar arası rekabete dönüşürken, başlangıçta, petrol ve doğalgazın çıkarılmasında pay sâhibi olmanın çok da büyük bir avantaj getirmeyeceğinin anlaşılmasından sonra, enerji kaynaklarının kontrol altında tutularak, böyle bir güce sâhip olmanın, yeni büyük oyunun galibini kesin olarak belirleyeceğinden hareket edilmeye başlanılmış ve oyunun güçlü tarafları, hamlelerini, bu hedefe ulaşma yönünde atmaya başlamıştır.
Dolayısı ile, SSCB’nin dağılmasından günümüze kadar geçen “On beş” yılda, güç mücadelesinde bulunan bütün ülkelerin enerji stratejileri tamamen değişirken, çıkar merkezli yeni taraflar daha da şekillenmiş ve ülkeler arasındaki mücadele, ittifaklar arası mücadeleye dönüşmüştür.
Dünya hâkimiyeti projesi içinde, çok önemli bir yeri olan Avrasya hâkimiyeti, ABD için vazgeçilmez bir konumdadır. Dünyanın en büyük enerji kaynağı olan Ortadoğu Enerji Havzasını, Suudi Arabistan’ı kendi kışlasına çevirerek ve daha sonra Irak’ı işgal ederek kontrol eden ABD, özellikle, 11 Eylül terör saldırılarını çok iyi bir bahane olarak değerlendirmiş, eline geçen fırsatı kullanarak, radikal terörist grupları imha etmek maksadıyla, Afganistan’a ve dolayısı ile Avrasya’nın en kritik bölgesi olan Orta Asya’ya girmiştir. Böylece, 1994’de Yüzyılın Anlaşması ile Hazar enerji kaynaklarının çıkarılmasında büyük pay sâhibi olan ABD, çıkarılan petrol ve doğalgazın dünya piyasalarına emniyetli ve kendi çıkarlarına uygun bir güzergâhtan ulaştırılmasında bölgesel emniyetin sağlanması için 1996 yılında, GUAM’ın kurulmasını ve BDT’nin karşısında güçlü bir bölgesel ittifak olmasını sağlamıştır. 2001 yılından itibaren radikal İslâmî terörü yok etmek bahanesi ile Afganistan’ın işgal edilmesi, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan’da askerî üslerin teşkil edilmesi ile ABD, Avrasya hâkimiyetinde, Kafkaslardan Çin’e kadar, hassas bir “Enerji Emniyet Kuşağı“ teşkil edebilmiştir. Kısaca, Soğuk Savaşın “Rimland“ (Kenar Kuşak)’ı Kafkasya ve Hazar enerji havzasını ABD’nin koruma alanına sokacak şekilde kuzeye kaydırılmıştır.
Fakat, zaman içinde, ABD’nin etkin güç uygulamalarına karşın, Avrasya’nın yerli unsurları tepkilerini göstermeye başlamıştır. Avrasyacılık ideolojisini taşıyan BDT’nin kurucu gücü Rusya Federasyonu, Çin ile güçlü bir ittifak geliştirerek, aralarına Orta Asya’nın üç ülkesini (Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan) ve Tacikistan’ı alarak “Şanghay İşbirliği Örgütü“nü oluşturmuş ve 2004 yılında İran, Pakistan, Hindistan ve Moğolistan’ı da bünyesine alacağını gösteren işaretleri vermiştir. Böylece, 1991 yılından itibaren ABD’nin tek kutuplu merkantalist “Yeni Dünya Düzeni“ne karşı ilk defa güçlü ve ABD’ye meydan okuyarak, Avrasya’nın zenginliklerinin Avrasya’nın yerli ulusları arasında paylaşılması gerektiği söyleminin, teoriden uygulamaya geçebileceği emareleri güçlenmiştir.
Enerji Jeopolitiğinin Değişken Yüzü
2003 yılının Şubat ayından itibaren Avrasya’da meydana gelen / gelmeye başlayan gelişmeler, enerji tabanlı güç mücadelesine yeni bir boyut kazandırmıştır. Ekonomik, siyasî, askerî ve teknolojik üstünlüğünü çok iyi bir şekilde senkronize eden ABD, Avrasya’da kıtasal hâkimiyetin birinci ayağı olan “Irak İşgali“ plânını başarı ile gerçekleştirerek, Ortadoğu enerji kaynaklarını tam anlamı ile kontrol altına almıştır. Avrasyalı toplum, ABD’nin kıtanın güney batısındaki güçlü hamlesine etkin bir karşılık verememiştir. Her ne kadar, ABD’nin Ortadoğu’da bataklığa saplandığına yönelik bir çok değerlendirme yapılsa da, İngiltere’nin 20. yüzyılda, Ortadoğu’daki faaliyetlerinin net sonuçlarının, yaklaşık 50-70 yıl sonra, bölünmüş, birbiri ile anlaşamayan kabile/aile krallıklarına dönüşmüş ve içinde yabancı bir unsuru (İsrail) barındıran bir yarımada olarak çıktığı noktasından hareket ile bugünkü ABD faaliyetlerinin, 20 sene sonra Ortadoğu’yu, ABD’ye fayda sağlayacak şekle dönüştüreceği ve soğuk savaş döneminde giremediği Rimland hattında yer alan Irak-İran-Türkmenistan-Afganistan-Pakistan kuşağını yeniden formatlayacağı veya bir başka bir değişle, SSCB’ye karşı teşkil edilmiş olan ünlü “Yeşil Kuşağın“ ortadan kaldırılacağı düşünülmektedir.
ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi, üç ayak üzerine inşa edilmiştir, bunlardan birincisi Ortadoğu ayağıdır ki, bu bölgede ABD etkinliği günümüzde “Tam Kontrol“ seviyesindedir. Diğer iki ayak tamamen Avrasya enerji kaynaklarının hâkimiyetine yöneliktir. Bunlardan birincisi “Kafkaslar” diğeri ise “Orta Asya” ayaklarıdır. Bu noktadan bakıldığında, Avrasya güç mücadelesinde ortaya çıkan haritanın, enerji kaynakları, boru hattı güzergâhları, ABD enerji güvenlik kuşağı, ittifaklar ve koalisyonlar ile radikal İslâmî terör kuşağının yer aldığı karmaşık bir stratejik yapıda olduğu görülmektedir.
Bununla beraber, ABD, Irak’ın işgali ile başlayan 2003 yılı sürecinde, bütün kıtada amaçlarını gerçekleştirmekte zorlanmakta ve güçlü engeller ile karşılaşmaktadır. Çünkü Avrasya kıtasının güçlü ve enerji kaynaklarına sınırsız ve dış kontrol olmadan sâhip olmak isteyen ülkeler ve bu ülkelerin yaptıkları ittifaklar ile ortaya çıkan geleceğin güç kutupları, ABD’ye karşı önemli seviyede engel oluşturmaya başlamıştır. Özellikle Avrupa Birliği’nin 2004 ve 2007 genişleme sürecine bağlı olarak, Hazar enerji kaynaklarına Karadeniz’e çıkış sağlayarak komşu olması, Rusya Federasyonu ve Çin’in, Şanghay İşbirliği Örgütü vâsıtası ile petrol ve doğalgaz hatlarında, ABD’nin çıkarlarına ters düşecek projeleri uygulama alanına koymaları ve İran, Hindistan ve Pakistan ile, ittifak düzeyinde yakın ilişkiler geliştirmeye başlamaları, Yeni Büyük Oyun’da, her ülkenin ayrı ayrı stratejik haritalara sâhip olmalarına sebep olmuştur.
Avrasya Kıtasının Enerji Potansiyeli / Değeri
Dünyanın bütün güç merkezlerini, mücadele içine sokan ve bu merkezlerin bütün ekonomik, siyasî ve askerî imkânlarını ortaya koymalarını sağlayan özellik, büyük enerji kaynaklarının varlığıdır. Soğuk savaş döneminin sona ermesi ile, bu kaynakların yeni sâhiplerinin çıkması, zengin enerji kaynaklarına sâhip yeni fakat demokrasi ve ekonomik bakımdan zayıf devletlerin, hem dünyaya entegre olmak istemeleri hem de, topraklarında bulunan ve çıkarılarak dünyaya ulaştırma imkân ve kabiliyetinden yoksun olmaları nedeniyle, güç merkezlerinin ilgilerini çekmeleri, acımasız bir oyunun yeniden başlamasına sebep olmuştur.
Avrasya kıtasının, Ortadoğu ve Hazar havzasında toplanan zengin enerji kaynaklarından, Ortadoğu kaynaklarının 1990 yılında ABD tarafından, Körfez Krizi sonrasında kontrol altına alınması ile, Hazar Havzası kaynakları, mücadele alanı hâline gelmiştir. Genel bir değerlendirme yapıldığında, Hazar Enerji Havzasını, coğrafî olarak, Doğu Kafkasya’dan başlayarak, Özbekistan’ın doğu sınırına yâni Fergana Vadisine kadar uzatmak uygun olacaktır. Bu coğrafî alanda, başta Rusya Federasyonu olmak üzere, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan, Hazar enerji kaynaklarını sâhiplenen ve paylaşan beş ana bölgeyi oluşturmaktadır.
Daha önce yapılmış olan değerlendirmelere göre; Hazar enerji havzası, Kuveyt, Meksika Körfezi ve Kuzey Denizi’ndeki mevcut rezervleri açık farkla geride bırakarak dünyanın en büyük ikinci petrol ve doğalgaz rezervlerine sâhiptir. Bu çerçevede, Hazar enerji havzasının kanıtlanmış üretilebilir petrol rezervlerinin 40 milyar varil civarında olduğu ve olası rezervin ise, 150 milyar varil civarında olduğu değerlendirilmektedir. Hazar enerji havzasına ev sâhipliği yapan ülkeler değerlendirildiğinde ise ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır.
Rusya Federasyonu; dünyadaki kanıtlanmış petrol rezervlerinin yaklaşık olarak yüzde 6’sına sâhiptir. Bu özelliği ile Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın en büyük ikinci petrol üreticisi konumundadır. Bunun yanı sıra, dünyanın kanıtlanmış en büyük doğalgaz kaynakları bu topraklardadır. (2000-2300 trilyon metreküp. Dünya toplamının neredeyse üçte biri) Ayrıca dünyadaki toplam üretimin yüzde 22’si yapılmaktadır.1 İkinci en büyük rezerv sâhibi ve üreticisi konumundaki İran’ın, Rusya Federasyonu’nun rezerv ve üretiminin yarısına yetişebildiği göz önüne alındığında, bu ülkenin ne kadar avantajlı konumda olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hazar Denizi’nin doğu kaynaklarına sâhip olan Kazakistan da çok zengin petrol ve doğalgaz rezervlerini barındırmaktadır. Özellikle Tengiz bölgesi, dünyanın en büyük onuncu petrol sahası durumundadır. Bu bölgenin bilinen rezervleri, 30 milyar varil civarındadır. Tengiz’in hemen kuzeyinde yer alan Korolev petrol sahası rezervlerinin 18,4 milyar varil olduğu ve bu bölgede 1,3 trilyon metre küp doğalgaz rezervi bulunduğu değerlendirilmektedir.2 Türkmenistan, doğalgaz bakımından zengindir. Dünyanın en büyük üçüncü doğalgaz rezervi bulunan bu ülke, tahmini rakamlarla 14 trilyon metre küp doğalgaza sâhiptir.3
Azerbaycan, petrol ve doğalgaz rezervleri bakımından büyük bir zenginliğe haizdir. Toplam petrol rezervlerinin 118 milyar metre küp olduğu değerlendirilmekte ve bu sonuçla, dünyadaki en büyük on rezervden birisini teşkil etmektedir. Azerbaycan’ın, Güney Kafkasya’da bulunması ve 1991 sonrası ABD, Türkiye ve Batı eksenli bir politika izleyerek, ABD tarafından desteklenen GUAM içerlerinde yer alması, Bakü-Tiflis-Ceyhan enerji koridoru ile petrolü Akdeniz’e ulaştırması projesinde bulunması sonucunda, Azeri petrolü, petrol kaynaklarının serbest kalması örneğini teşkil etmesi kapsamında büyük bir siyasî öneme sâhiptir.4
Hazar enerji havzasının doğu bölümünü, Özbekistan teşkil etmektedir. Bu kapsamda Özbekistan petrolü ve doğalgazı siyasî ve ekonomik özelliğe sâhiptir. Özbekistan’da 1,8 milyar metre küp doğalgaz ve 244 milyon varil petrol olduğu değerlendirilmektedir. Ayrıca, Özbekistan, doğalgaz üretimde, dünyanın onuncu en büyük üreticisi durumdadır. 5
Avrasya Enerji Mücadelesinin Yeni Yüzü: Enerji Kaynak Kaynaklarında Sınırsız Hâkimiyet
ABD’nin Kafkaslar’dan, Özbekistan’ın doğusuna kadar olan geniş ve zengin Hazar enerji havzasında tam hâkimiyet kurmaya yönelik hamleleri, Avrasya’nın esas sâhipleri tarafından, 2004 yılına kadar karşılık verilmemesi nedeniyle, ABD’ye avantaj sağlar konumlar oluşturmuştur. Fakat 2004 yılından itibaren, Avrasyalı güç merkezleri, ABD’yi durdurucu hamlelere başlamıştır.
2004 yılında Rusya Federasyonu ve Çin’in başı çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü İran, Pakistan, Hindistan ve hatta Moğolistan ile genişleyebileceğinin işareti vermiş ve Astana Zirvesi’nde, Kırgızistan ve Özbekistan’dan ABD’ye ters düşen açıklamalar gelmiştir. Rusya Federasyonu’nun, Hazar enerji kaynaklarını kendi kontrolünde ve kendi şartlarına uygun olarak dağıtmak istemesi ve Rus şirketi olan Gazprom’u Avrasya genel üreticisi ve dağıtıcısı konusuna yükselten politikalar izlemek istemesi, Çin’in büyüyen enerji ihtiyacını, Hazar havzasından karşılayabilmek için Kazakistan ve Türkmenistan ile ortak projeler geliştirme çabasına girmesi6; bu iki ülkenin çıkarlarını aynı alanda örtüştürmüştür.7
Dolayısı ile bu iki ülke, ABD‘ye karşı diğer bölge ülkelerini de yanlarına alarak önemli sayılabilecek seviyede bir ittifak oluşturmuş/oluşturmaya başlamış ve ABD’yi, yerleştirmek istediği enerji emniyet kuşağından mahrum etmeyi hedeflemiştir.
Daha önce Rusya Federasyonu ile işbirliğini geliştirmek isteyen Avrupa Birliği, 2004 itibaren, yeni emperyalist projelerini ortaya koymaya başlamıştır. 2004 yılı Doğu Avrupa genişlemesi ile Rusya Federasyonu’nun Gazprom boru hatlarına yaklaşan Avrupa Birliği’nin büyük ve güçlü ülkeleri (Fransa, Almanya), kısıntısız, limitsiz ve sabit ücretli petrol ve doğalgaz aktarımını içeren “Avrupa Birliği Gaz Şartı“nı Rusya Federasyonu tarafından kabul edilmesi konusunda zorlamaya başlamıştır. Fakat Avrupa Birliği’ne karşı önemli bir koz olan enerji kontrolünü bırakmak istemeyen Rusya Federasyonu, hem, söz konusu şartı kabul etmemiş hem de çeşitli dönemlerde enerji akışında kısıtlamalara ve fiyat artırımına giderek Avrupa Birliği ülkelerinde, geleceğe dönük endişeler yaratmıştır.8
Avrupa Birliği, genişleme politikasını çok iyi kullanmaktadır. 2004 genişlemesi sonrasında, 2007 yılında Bulgaristan ve Romanya’yı bünyesine kabul ettiğinde, Karadeniz’e çıkış sağlamıştır. Bu yöndeki genişleme çabalarının hedefinin, Güney Kafkasya’ya el atmak ve Gürcistan ile Azerbaycan’ın ve hatta Ermenistan’ın, yakın bir zamanda yeni gelişme hedefi olacağı şeklinde değerlendirmelidir.
Bu değerlendirmenin bir varsayım olmadığının en büyük kanıtı da, Avrupa Birliği’nde çok sık olarak bahsedilen Nabucco projesidir.
Azerbaycan’dan başlayacak, Gürcistan, Karadeniz, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan olarak ortaya konulan Nabucco ooğalgaz hattı gerçekleştiğinde, Avrupa Birliği’nin, Türkmenistan doğalgazını ve sonraki aşamalarda, Hazar petrolünü, kendi kontrolünde belki de kendi topraklarından, limitsiz ve sabit fiyatlandırmayla Avrupa topraklarına taşıyacağı düşünülmektedir.9
Bu hattın gerçekleşmesi durumunda, Avrasya’da süren enerji mücadelesi yapılan bütün güç merkezlerini farklı şekillerde etkileyecektir. ABD için, dünya hâkimiyeti projesinin en önemli unsuru olan enerji hâkimiyeti ve enerji hâkimiyeti avantajı ile Avrupa Birliğini kontrol edebilme fırsatı yok olurken, Rusya Federasyonu tarafından, Gazprom ile enerji vanalarını elinde tutan ve bunu en önemli dış politika aracı hâline dönüştüren Putin’in, Avrupa Birliği’ne karşı en önemli kozu ve ekonomik kontrol mekanizması ortadan kalkmış olacaktır.10 Enerji kaynaklarının büyük bir kısmının Batı’ya dönmesi büyük nüfuslara sâhip Çin, Pakistan ve Hindistan için de çok büyük bir sorun teşkil edecek, Türkmenistan’dan Hindistan’a ve buradan Çin’e uzatılacak boru hattı ile Kazakistan-Çin arasına döşenmesi projelendirilen 3000 km. uzunluğundaki pahalı fakat stratejik boru hattının inşasının da bir kıymeti kalmayacaktır.
Dolayısı ile 2007 yılının başından itibaren, enerji mücadelesinin şekli değişmiştir. Avrupa Birliği’nin Karadeniz’e çıkışına paralel olarak aynı dönemde Nabucco hattının gündeme gelmesi, Türkmenistan liderinin ölümü ile bu ülkenin tarafsız statüsünde değişiklik olma ihtimalinin görünmesi11 ve ABD’nin askerî merkezli operasyonları12, enerji merkezli güç mücadelesinde, yakın zamanda önemli gelişmelerin ortaya çıkacağının işaretini vermektedir.
Türk Dış Politikasında Değişim İhtiyacı: Hedef- Maksat İlişkisi
2007 yılından itibaren dünyada ve özellikle Avrasya’da yeni bir süreç başlamıştır. Bu süreç enerji mücadelesinin her boyutunu kapsamaktadır. Hedef ise, tamamen enerji kaynaklarını sınırsız ve kontrolsüz olarak ele geçirmek ve kullanabilmektir. Güç mücadelesinde yer alan/almaya çalışan bütün devletler için artık dış politika, enerji kaynaklarına sâhiplenme; değişik boyutlarda pay sahibi olmaya dönüşmüş durumdadır.
Enerji Jeopolitiği merkezli mücadelede, taraflar kendi içlerinde ittifaklaşmakta ve geleceğe dönük kutuplaşma arayışları içine girmektedirler. Günümüzde, genel kapsamda iki mücadele alanı ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi; Avrasya yerli halklarının, ABD emperyalizmine ve ABD’nin Avrasya enerji kaynaklarını kontrol etme/sâhiplenme çabalarına karşı yürütülen mücadeledir. Bu mücadeleye ortak olan Avrasyalılar, ABD’ye karşı aynı platformda fikir birliği oluşturmaktadırlar. İkinci mücadele ise; Avrasyalıların kendi içlerinde yaşanmaktadır. Rusya Federasyonu, tüm gücünü, inisiyatifini, enerji kaynaklarındaki sürekli artan kontrolünü korumaya ve geliştirmeye yönelik kullanmakta, bu kontrol ile Avrupa Birliği’nin hayatî damarlarını elde tutmak maksadıyla dış politika düzenlemeleri yapmaktadır.
Avrupa Birliği ise, Rus enerji tekelinden kurtulma amacıyla, enerji kaynaklarına el atma yönünde büyük plânlar yapmaktadır. 2007 genişleme süreci ile Karadeniz’e çıkışın sağlanması bunun en büyük delilidir. Avrasya’nın doğusunda yer alan ve enerji kaynaklarına büyük ihtiyaç duyan başta Çin olmak üzere, Hindistan ve Pakistan ise; Kazakistan ve Türkmenistan kaynaklarına, bu ülkelerin her türlü sınırlamaları ve fiyat arttırmalarını kabul etmeye hazır olarak, gözlerini dikmişlerdir.
Enerji kaynaklarına sâhip olan Hazar’ın kıyıdaş devletleri mücadeleye tamamen fayda ve çıkar gözü ile bakmakta, ekonomik ve mâlî refaha kavuşmak için her türlü fırsatı değerlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu kapsamda enerji kaynaklarının çıkarılmasından dünya piyasalarına ulaştırılmasına kadar önlerine konulan her teklifi değerlendirmeye çalışmaktadırlar.
Biraz önce ortaya konulan bir tür “Enerji İnisiyatifi Jeopolitik Haritası”dır. Görüldüğü üzere, dünyanın önemli güç merkezleri, bütün güçlerini ve potansiyel imkânlarını, kendilerine avantaj getirecek şekilde kullanmaya yönelmişlerdir. Bu çerçevede mücadeleye katılmak ise kolay değildir. Çünkü bu geniş coğrafyada kıtasal çatışmalara sebep olabilecek büyük ve önemli sorunlar mevcuttur. Bu sorunlara kısaca değinmekte fayda vardır.
Hazar’ın statüsü, enerji kaynakları pastasının paylaşımına etki etmekte ve çözümsüz olarak beklemektedir. Deniz/Göl statüsünden herhangi birisinin kabul edilmesi, kıyıdaş olan beş devletin, pastadaki paylarının boyutlarını değiştirmektedir. Deniz statüsü, Rusya Federasyonu ve İran’a büyük bir avantaj getirirken (Ekonomik bölge olarak tespit edilecek alanda petrol ve doğalgaz çıkarma avantajı getirmektedir.) Göl statüsü, Azerbaycan, Türkmenistan (Azerbaycan ile sorun yaşandığı için Türkmenistan, statü konusunda dengesiz durumdadır.) ve Kazakistan’a fayda sağlamaktadır. (Göl statüsü kabul edildiği takdirde, Hazar, ülkelerin kıyı uzunlukları oranına bağlı olarak orta hattan itibaren beş eşit parçaya bölünecektir.)
Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı, Azeri, Gürcü, Türk ve ABD ortaklığının başarılı bir projesi gibi görünmektedir. Fakat Rus oyunları Gürcistan üzerinde devam etmektedir. Güney Osetya, Abhazya sorunu ve hatta Türkiye’nin Kuzey Doğu Anadolu sınırının hemen dışında, SSCB döneminde, Ahıska Türklerinin yerlerine göç ettirilen Ermeniler ve bunların Ermenistan/Rus ilişkileri, boru hatlarının bulunduğu bu coğrafyada bir tehdit ve istismar niteliğindedir.
Özbekistan, Afganistan ve Gürcistan hattında, Fergana Vadisi’nden Pankasi Vadisi’ne kadar uzanan coğrafyada, radikal İslâmî merkezlerce desteklenen radikal terör örgütlerin varlıkları ve dönem dönem etkinleşmesi, geniş Türk coğrafyasında tehlike oluşturmaya devam etmektedir.
Türkmenbaşı’nın ölümü ile Türkmenistan’ın tarafsızlık statüsünün bozulabileceğinin ortaya çıkması, sâhip olduğu enerji kaynaklarının istikametinde de değişiklik olacağının işareti sayılmaktadır. Bu kaynakların yeni istikametlerinin bazı ülkeleri refaha kavuşturacağı, bazılarını da sıkıntıya sokacağı şeklinde değerlendirilmelidir.
ABD’nin Irak işgalinden sonraki hareket tarzları, önemli gelişmelere sebep olacaktır. İran’a karşı zamana bağlı olarak yapılacak bir harekat, Ortadoğu’dan Çin’e kadar uzanan geniş coğrafyada, uzun bir döneme yayılacak istikrarsızlıklara sebep olacaktır.
Dolayısı ile bölgesel ve kıtasal seviyelerde meydana gelebileceği değerlendirilen her türlü gelişmeler, Türkiye’yi yakından ilgilendirecek ve ekonomiden siyasete kadar her boyutta belli bir etki bırakacaktır. Bu nedenle, Türk dış politikası yeniden gözden geçirilmeli ve bütün imkânlar Avrasya’daki kıtasal sorunlara ve mücadele tarzlarına göre şekillendirilmelidir.
Türkiye coğrafyası, Avrupa Kıtası ile doğal olarak bağlantılı olması, sıcak denizlere direkt çıkışa sâhip olması ve Afrika‘ya en kolay geçiş imkânlarını elinde bulundurması nedenleriyle, enerji kaynakları için aktarım merkezi olabilecek en uygun coğrafyadır. (Harita-6-7) Fakat siyasî, askerî, politik ve kültürel imkânları ve avantajları içeren bir yelpazede, Türk dış politikası yeniden düzenlenmeli ve bütün olanaklar, Avrasya enerji kaynakları terminali olabilmek için kullanılmalıdır.
Bu kapsamda;
1- Hazar’ın statüsü probleminde, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’a fayda sağlayacak çözümler üretilmeli ve uygulama alanına konulmalı,
2- Türkmenistan doğalgazının Türkiye üzerinden dünya piyasalarına ulaştırılması için gerekli mâlî alt yapı karşılanmalı,
3- Avrupa Birliği Karadeniz’de durdurulmalı ve bunun için de Rusya Federasyonu ile işbirliği geliştirilmeli,
4- Güney Kafkasya’da istikrar ortamının sağlanması için bölge ülkeleri ile askerî, ekonomik işbirliği daha fazla güçlendirilmelidir.
Kaynak  :Haktan Birsel

Hidrojen Enerjisi

Yenilenebilir enerji kaynaklarından hidrojen enerjisi, hidrojen enerjisinin avantajları ve dezajantajları, neden hidrojen enerjisi kullanılmalı? hidrojen enerjisi petrole alternatif olabilir mi? Hidrojen enerjisiyle çalışan otomobiller…
Neden farklı bir yakıt?
Çağımızın en büyük tehditlerinden olan küresel ısınma ve fosil yakıt rezervlerinin hızlıca tükenmesi ve bunlara paralel olarak durmak bilmeyen akaryakıt zamları bilim adamlarını mevcut enerji kaynaklarına alternatif olabilecek yakıtları araştırmaya yöneltmiştir. Bu yapılan araştırmalar ise yenilenebilme özelliğine sahip, temiz ve doğada bol miktarda bulunan yeni alternatif enerji kaynaklarının kullanım alanlarının yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Yenilenebilir enerji kaynaklarından olan Hidrojen enerjisi, Güneş enerjisi, Rüzgâr enerjisi, Jeotermal enerji ve Biyoyakıtlar her biri farklı kullanım alanlarında yer edinerek temiz bir gelecek için zemin oluşturmaktadırlar.
Otomobillerde benzin yerine Hidrojen gazının kullanılması fikri ise 1970’li yıllarda dünyaca ünlü bir Türk bilim adamımız tarafından ortaya atılmıştır. Uluslararası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi’ni (ICHET) kuran Prof. Dr. Nejat VEZİROĞLU, o yıllarda yaşanan “petrol krizi” sonrası Hidrojen enerjisinin kullanımını öne sürmüş ve bunu bir dava bilerek yıllarca mücadele vermiştir. Hidrojen enerjisi denilince akla ilk gelen isim olan Dr. Veziroğlu, bu kaynağın başta otomobiller olmak üzere gemiler, uçaklar, uzay gemileri, keşif balonları, trenler ve otobüsler gibi taşıtlarda da kullanılabileceği konusunda araştırmalar yapmış ve bu konuda birçok makale yayınlamıştır.
Hidrojenin motorlarda yakıt olarak kullanılması
Hidrojen, petrol kökenli motor yakıtlarına oranla birçok önemli avantaja sahip bulunmaktadır. Bunlar:
1- Yüksek alev hızı ve tutuşma yeteneği,
2- Düşük ateşleme enerjisi gerektirmesi,
3- Geniş tutuşma ve yanma sınırları,
4- Yüksek ısıl değer ve termik verim,
5- Kirletici egsoz gazı emisyonlarının azlığı,
6- Sahip olduğu yüksek oktan sayısı nedeni ile vuruntuya karşı dirençli olması,
7- Benzin ve dizel ile birlikte çeşitli karışım oranlarında çift yakıtlı motor olarak çalışabilme olanağına sahip olması,
Bunlar gibi avantajlar geçiş döneminde mevcut motorlarda önemli değişiklikler yapılmadan hidrojen kullanımını olanaklı kılacaktır.
Neden Hidrojen?
Renksiz, kokusuz, tatsız ve saydam bir yapıya sahip olan hidrojen doğadaki en hafif kimyasal elementtir. Aynı hacimdeki hava ile kıyas edildiğinde gaz halinde bulunan hidrojen yaklaşık 15 kez daha hafiftir. Hidrojenin yakıt olarak kullanılmasında yarar sağlayacak en önemli özelliklerden birisi, hidrojenin çok fakir karışımlardan, çok zengin karışımlara kadar uzanan geniş hava-yakıt karışım oranı aralığı içerisinde tutuşabilir olmasıdır. Hidrojen hava karışımlarını ateşlemek için gerekli minimum enerji miktarı da diğer yakıtlara oranla daha düşüktür.
Hidrojenin depolanmasına ilişkin oluşan problemlerin başında, gaz halindeki hidrojenin kâğıt, kumaş, kauçuk gibi malzemelerden, platin, demir, çelik gibi bazı metallerden difüzyon yolu ile geçebilmesidir.
Bütün bu faktörlerin bütününe birden baktığımız takdirde Hidrojen enerjisinin ülke geleceğimiz adına taşıdığı önemi rahatlıkla görebilmekteyiz. Enerjide dışa bağımlılığın önüne geçilebilmesi adına yerli ve yeni yakıt teknolojileri geliştirmemiz ve bu alanda yapılan çalışmaları desteklememiz gerekmektedir. Unutulmaması gerekir ki yalnızca yasal düzenlemelerle ülkemizin bu teknolojilerde söz hakkı sahibi olması mümkün değildir. Bu nedenle toplumun her kademesinde bulunan bireylerine özelikle iş adamlarına önemli sorumluluklar düşmektedir.
kaynak: bilgiustam.com

7 Şubat 2012 Salı

Mezopotamya


Mezopotamya; Yunanca'da "Irmaklar arasındaki ülke" Ortadoğu'da, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölge. Mezopotamya günümüzde Irak, kuzeydoğu Suriye, güneydoğu Anadolu ve güneybatı İran topraklarından oluşmaktadır. Büyük bölümü bugünkü Irak'ın sınırları içinde kalan bölge, tarihte birçok medeniyetin beşiği olmuştur.
Mezopotamya, medeniyetlerin beşiği olarak kabul edilir. Bereketli toprakları ve uygun iklim şartları nedeniyle çok eski zamanlardan beri yerleşmeye sahne olmuş ve birçok istilaya uğramıştır. Bilinen ilk okur yazar toplulukların yaşadığı bölgede, birçok medeniyet gelişmiştir. Mezopotamya Sümer, Babil ve Asur gibi en eski ve büyük medeniyetlerin doğduğu ve geliştiği yerdir.
Hiçbir zaman Mezopotamya olarak anılan belirli bir siyasi mevcudiyet olmadığı gibi, sınırları belirli bir idari bölge de değildir. Basit anlamda Yunan tarihçileri bu bölgeyi anmak için bu ismi anmışlardır.

5 Şubat 2012 Pazar

Petrol ve Doğa



Ham Petrolün Canlılara Etkisi.

Son zamanlarda yapılan çok sayıdaki araştırma ve bunları içeren yayınlara göre insanoğlu tarafından ortama bırakılan petrol hidrokarbonları deniz canlılarının besin zincirinde önemli etkiler yaratmaktadır. Canlılardaki bu kadar düşük yoğunlukların canlı yaşamına ne şekilde etki yaptıkları henüz kesinleşmemiştir.Organizmanın direnci fiziksel ve kimyasal, örneğin sıcaklık ve oksijen içeriği gibi faktörlere de bağlıdır. Bu nedenle yapılan laboratuar deney sonuçlarının ortamdaki koşullara uygulama olanağı kısıtlanmaktadır. Petrol hidrokarbonlarının bir organizmanın metabolizması üzerine yaptığı direkt etkinin yani sıra ortamda bulunan diğer maddelerle karşılıklı ilişkisi de göz önünde tutulmalıdır.Örneğin bazı petrol bileşikleri duyu organlarında yer alan kemoreseptörleri (kimyasal algılayıcıları) kapatarak organizmanın besin alma açısından yeteneksiz duruma geçmesine yol açmaktadır. Diğer taraftan balıklar ise kütle halindeki petrol yığışımından kaçarak temiz sulara göçmektedirler. Buna karşılık deniz dibinde yaşayanlar hareketsiz veya sınırlı hareket edebilen midye, istiridye, karides ve bazı dip balığı türleri, aşağı doğru çöken ve sedimana ulaşan petrolden etkilenerek kitle halinde ölmektedirler.
Ham petrol uygun şartlarla destillenecek olursa, fraksiyonlardan yaklaşık 40’ın üzerinde kimyasal bileşik ele geçer. Bileşiklerin içinde çok sayıda aromatik hidrokarbon, naftalinler ve fenantrenler, ksilen ve onun metil türevleri, perilen, trifenilen ve tetrametil fluoren saptanmıştır. Bilinen ve şüphelenilen kanser yapıcı polinükleer aromatik hidrokarbonların ham ve rafine petroldeki konsantrasyonları için yeterli bilgi yoktur.
Ham Petrolün kontrolsüz yanmasının çevre sağlığına etkileri.
Kontrolsüz yanmanın ilk sonucu, yanmanın tam olmamasıdır. Böylece is ve kurum dediğimiz ince dağılmış karbon partikülleri, hidrokarbonlar, diğer organik maddeler, anorganik bileşikler ve katrandan oluşan bir karışım ortaya çıkmaktadır. Sıcaklık yanan kütlenin her bölgesinde bir diğerinden az veya çok farklı olduğundan kontrolsüz yanma farklı yanma ürünleri verecektir.
Petroldeki azotlu bileşiklerin yanması yine çevreye zararlı olan azot oksitlerini NO, NO2, v.b.verecektir. Kanser yapıcı azotlu heteroksiklik hidrokarbonlar da benzer pirolitik reaksiyonlarla azotlu ve özellikle piridin ve kinolin bileşiklerinden başlamak üzere oluşmaktadır.
Petrol kirlenmesinin önlenmesi.
Denizlerde tabii sızıntılarla petrol kirlenmesi daima bir problem olmuş ise de, son yıllarda insanın sebep olduğu kirlenme onu geçmiştir. Modern endüstri, modern ziraat ve 20.yüzyıl insanının hayatı petrole dayalı olduğundan, bütün dünyada petrolün nakli şaşırtıcı bir hızla artmıştır.
Petrol kirlenmesini önlemek için iki yol takip edilebilir:
1. İnsan faaliyetleri sonucu denizlere gidecek petrol miktarını azaltmak (Girişi Önleme)
2. Denizlere herhangi bir sebeple dökülmüş olan petrolü uzaklaştırmak veya tesirlerini en aza indirmek (Çıkış Kontrolü)
Kaynaklar Çevre Ve Orman Baknalığı Çevre Durum Raporu www.akdeniz.edu.tr www.denizce.com











Fırat



BASRA KÖRFEZİ’NE DÖKÜLEN AKARSULAR

Basra Körfezi’ne dökülen akarsularımız Fırat ve Dicle’dir.
Murat ile Karasu gibi iki büyük kolun birleşmesiyle oluşan Fırat, Türkiye’nin en büyük akarsuyudur Murat Nehri, kaynağını Aladağ’lardan alır. Malazgirt ve Muş ovalarından geçerek batıya yönelir ve Palu yakınlarında Keban Baraj gölüne ulaşır. Erzurum yakınlarındaki dağlardan inen birçok kolun birleşmesiyle oluşan Karasu, Fırat’ın asıl kolu sayılır. Batıya doğru akıp Erzincan Ovası’na giren Karasu, Tunceli çevresindeki derin boğazlardan geçerek, Keban Baraj gölüne dökülür. Keban Barajı yapılmadan önce Murat ve Karasu, Elazığ’ın kuzeybatısında doğrudan birleşiyordu. Şimdi, her biri baraj gölüne ayrı ayrı dökülmektedir. Türkiye’deki akarsular içinde en fazla suyu Fırat taşır. Fırat, aynı zamanda Türkiye’nin en önemli hidroelektrik enerji üretim kapasitesine sahiptir. Atatürk, Keban ve Karakaya gibi, ülkemizin en büyük barajları ile hidroelektrik santralleri bu akarsuyumuz üzerinde kurulmuştur.
Dicle, kaynağını Güneydoğu Toroslar üzerindeki Hazar Gölü’nden alır. Bu akarsuyun yaklaşık dörtte biri, Türkiye sınırlan içindedir. En önemli kollan; Batman, Botan, Garzan ve ülkemizden doğup sınırlarımız dışında Dicle ile birleşen Zap suyudur.












Basra Körfezi



BASRA KÖRFEZİ...

Basra körfezi Hint Okyanusunun Arabistan Yarımadası ve İran arasındaki girintisi. Doğusunda İran, kuzeybatıda Irak ve Kuveyt, batısında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri bulunur. Dicle ve Fırat nehirleri birleşerek Şattülarab adıyla körfezin kuzey ucundan denize dökülür. Körfez, kuzey-güney doğrultusunda Şattülarab'ın döküldüğü yerden Hürmüz Boğazına kadar uzanır. Buradan Umman Denizine ve oradan da Hint Okyanusuna bağlanır. Yüzölçümü 236.800 km2, dir.


















4 Şubat 2012 Cumartesi

Dünya Petrol Talebi

İran; Avrupa ülkelerine petrol ihracatını durdurduğunu duyurdu.
Petrol Bakanı Rüstem Kasımi, petrol ihracatı konusunda Avrupa Birliği tarafından ambargo uygulansa bile sıkıntı yaşamayacaklarını söyledi.
Ab ülkelerine seslenen Kasımi, 1 Temmuz'dan itibaren İran'a uygulanacak ambargonun ya hemen başlatılmasını yada geçirilmesini İstedi.
DÜNYA PETROL TALEBİ.
2010 yılında dünya ham petrol talebi de günlük ortalama 86,72 milyon varil olarak gerçekleşerek 2009 yılına göre yüzde 2,8 oranında arttı. OECD Ülkeleri'nin toplam talepteki payı yüzde 53 olurken, ABD tek başına dünya tüketiminin yüzde 22'sini gerçekleştirerek, ülke bazında en yakın takipçisi olan Çin'in tüketiminin iki katından fazla tüketti.
Bu arada, petrol tüketiminin yıllar itibariyle seyrine bakıldığında ABD, Avrupa ülkeleri ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerin tüketimlerinin düşme eğiliminde olduğu, buna karşın Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde tüketim miktarındaki artışın süreklilik arz ettiği görülüyor. Ham petrol tüketiminde 2010 yılında gerçekleşen günlük ortalama 2,39 milyon varillik tüketim artışının yüzde 78'i OECD dışı ülkeler kaynaklı oldu.




2 Şubat 2012 Perşembe

Hürmüz Boğazı

         HÜRMÜZ BOĞAZI..
Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi ile Umman körfezini birleştiren yerde bulunuyor. Genişliği ise 38.9 km. Boğazı diğer su yollarından ayıran ve hakkında bu kadar patırtı kopmasına sebep olan durum ise dünya petrol trafiğinin %20′sinin, dünya denizlerinde taşınan petrolün ise %40′ının bu boğaz üzerinden geçmesi. Diplomatik yolları sonuna kadar kullanmakta çok mahir olan İran herhangi bir Amerikan veya İsrail saldırısı durumunda, boğzı kapatacağını söylüyor ki, bu da petrol fiyatlarının yükselmesi anlamına gelir. Suudi arabistan, Katar, Birleşik arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi ülkelerin petrolünün dış pğazarlara gidemeyecek olması anlamına gelecek bu durumda petrol fiyatlarını şimdikinin 1,5 ila 2 katı arasına çıkarabileceği konuşuluyor. Bu nedenlerle Hürmüz Boğazı, İran için çok önemli bir kart özelliğni taşıyor. İran bu kartı ABD' ye karşı kullanıp kullanmayacağını zaman içerisinde bekleyip göreceğiz.

Hürmüz Boğazı Haritası


Hürmüz Boğazı Haritası

Hürmüz Boğazı Uydu Görüntüsü



Basra körfezi.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Türkiyede Pet.Paz.

TÜRKİYEDE HAM PETROL PAZARLAMA.


Türkiye'de ham petrol, " TPAO" tarafından üretilmektedir.Yani yeraltından yapılan sondajlarla elde edilmektedir. Üretilen ham petrol;  5015 sayılı petrol  yasası gereğince, Ülkemizde faaliyette bulunan tek rafineri şirketi olan "TÜPRAŞ" tarafından ilgili yasanın 10. maddesi gereğince satın alınmaktadır. Ham petrol satış noktaları; Batman, Dörtyol ve Marmara Ereğlisidir. Ülkede üretilen tüm ham petrolümüzü Türkiye'nin tek rafineri şirketi olan "BOTAŞ" satın almaktadır. Batman yöresinde üretilen ham petrol, iki boru hattı ile Batman BOTAŞ terminaline sevketilip depolanmaktadır. Diyarbakır bölgesinde üretilen petrol ise, BOTAŞ pirinçlik istasyonuna sevkedilmektedir.
Adıyaman bögesinin ham petrolü ise, boru hattı ile Sarıl istasyonuna sevkedilmete; oradanda Batman Dörtyol boru hattı ile BOTAŞ Dörtyol terminaline pompalanmaktadır. Dörtyol terminalinde depolanan ham petrol sonradan, gemi tankerlerle Ceyhan'a ulaştırılmaktadır. Ceyhan'a ulaşan ham petrol; Kırıkkale, İzmir Ali Ağa ve İzmit Tüpraş rafinerilerine nakledilmektedir. Trakya bölgemizde üretilen petrol kara tankerlerle; Marmara Ereğlisi satış iskelesine nakledildikten sonra, deniz tankerleriyle İzmit Tüpraş rafinerisine gönderilmektedir.

Petrol Zengini Ülkeler


Petrol zengini ülkeler.
Libya'da yaşanan gelişmeler sonrasında petrol fiyatları 120 dolara dayandı. İngiliz petrol şirketi BP yeni bir araştırmayla petrol zengini 10 ülkeyi sıraladı. İşte petrol zengini ülkeler...
Listenin ilk sırasında sürpriz yok.
1- Suudi Arabistan, tek başına dünya petrol rezervlerinin beşte birine sahip. Petrol rezervlerinin yüzde 19.8'i Suudi Arabistan'da.
2-İkinci sırada bir Güney Amerika ülkesi olan Venezuela bulunuyor. Petrol rezervlerinin yüzde 12.9'una sahip olan ülke Güney Amerika'daki pazarın başını çekiyor.
3-İran'ın dünya petrol rezervindeki payı yüzde 10.3,
4-Irak yüzde 8.6'lık payıyla dördüncü sırada.
5-Irak'ın komşusu Kuveyt yüzde 7.6'lık bir paya sahip.
6-Petrol rezervinin yüzde 7.3'ü Birleşik Arap Emirlikleri'nde.
Avrupa listede ilk 10'a yaklaşamıyor.
7- Rusya yüzde 5.6'yla kendine yedinci sırada yer buluyor.
Avrupa'nın en güçlü ekonomilerinden İngiltere :
8- İngiltere'nin sadece yüzde 0.2'lik payı dikkat çekiyor.
Afrika ülkelerinden Libya,
8- Libya yüzde 3.3'lük bir paya sahip.
9- Afrika kıtasının toplam rezervdeki payı ise yüzde 9.6.Listenin dokuzuncu sırasında.
10-Yüzd 3'lük payla,Kazakistan var.Petrol zengini ülkeler
Listenin son sırasında yüzde 2.8'le Nijerya bulunuyor.

Petrole Alternatif

Günümüzde petrol; ezici hükümranlığını sürdürürken, yaşamlarını petrol ve petrol türevlerine dayalı olarak dizayn eden bütün devletler, sınırlı olan petrol rezervlerinin bitmesi halinde, nasıl bir alternatif bulacaklarını kara kara düşünmektedirler.Dünya bilim otoriteleri, petrol rezervlerinin bu asrın sonlarında bitebileciğine vurgu yapmaktadırlar. Uzmanlar; petrolün bitmesi halinde, petrolün yerine kaim olabilecek alternatif enerj türleri üzerinde harıl harıl çalışma yapmaktadırlar.
Bu enerjiler; Güneş, Rüzgar, Jeotermal, Hidrojen, Hidro-elektrik ve Biyokütle ve dalga enerjisi doğal ve temiz enerji kaynakları olarak değerlendirilmektedir. Bu kaynaklardan en önemlilleri ve günümüzde yararlanma oranı yüksek olan güneş ve rüzgar enerjileridir.
Fosil yakıtlara alternatif olabilecek kaynaklar ise yenilenebilir ve tükenmeyecek olan enerji kaynaklarıdır.
Petrol ve petrol türevlerine dayalı olarak geliştirilen otomobil motorlarının sudan elde edilecek olan elektrik enerjisiyle çalıştırlması fikri üzerinde uzmanlar yoğun bir şekilde kafa yormaktadırlar.
Suyla çalışan araba fikri bundan 10 sene önce ortaya atılmış bir rüyaydı, fakat bu rüya artık resmen gerçek oldu. Suyun elektrolizi ile hidrojenin ayrıştırılması ve ortaya çıkan elektrik
enerjisinin yakıt pilinde depolanması ve bunun elektrik motoru ile tekerleklere güç verecek şekilde kullanılması mantığıyla çalışan bu
araba, deniz, yağmur veya ırmak suyu ayırt etmeksizin molekül yapısı H2O olan herşey ile çalışabiliyor. Japon Genepax şirketinin ürettiği
aracın maksimum sürati saatte 80km ve 1 litre su ile yarım saat boyunca durmaksızın çalışabiliyor.
Araç elektrik motoru kullandığından son derece sessiz ve
performans olarak esnek çalışmakta, bunun en
güzel örneği ise hiç şüphesiz bugüne kadar yapılmış elektrik motoru kullanan en iyi
otomobil olan Tesla Roadster




Petrol Rezervleri


Dünya toplam petrol rezervlerinin yüzde 65'i Türkiye'nin yakın coğrafyasında bulunuyor ve toplam üretimin yüzde 41'i bu ülkelerden gerçekleşiyor. Ne yazık ki, çevremiz petrol zengini ülkelerle sarılmışken biz petrol ithal eden bir ülke konumundayız.
Petrol rezervi en zengin ülke 259,9 milyar varille Suudi Arabistan olurken, bu ülkeyi İran, Irak ve Kuveyt izliyor.
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun Petrol Piyasası Sektör Raporu'ndan derlenen bilgilere göre, OPEC üyesi ülkelerin toplam üretimi, dünya toplam üretiminin yüzde 40'ını oluştururken, geçen yıl meydana gelen günlük ortalama 2,02 milyon varillik üretim artışının yaklaşık yarısı OPEC üyesi ülkelerden karşılandı.
OECD ülkeleri içerisindeki en yüksek üretim payına sahip olan ABD'nin günlük arzı ortalama 0,48 milyon varil artarken, diğer üye ülkelerin üretimi toplamda 0,41 milyon varil azaldı.

Bu arada, dünya toplam petrol rezervlerinin yüzde 65'i de Türkiye'nin yakın coğrafyasında bulunuyor ve toplam üretimin yüzde 41'i de bu ülkelerde gerçekleşiyor. 

ÜLKELERİN PETROL REZERVLERİ  
Türkiye'nin yakın coğrafyasında bulunan ülkelerin 2010 yılı üretimlerine bakıldığında, petrol rezervi en zengin ülke 259,9 milyar varille Suudi Arabistan oldu.
İran 137,6 milyar varille ikinci sırada, Irak 115 milyar varille üçüncü sırada, Kuveyt 101,5 milyar varille dördüncü sırada, Birleşik Arap Emirlikleri 97,8 milyar varille beşinci sırada yer aldı.
Rusya'nın 60 milyar varillik, Libya'nın 44,3 milyar varillik, Kazakistan'ın 30 milyar varillik, Katar'ın 25,4 milyar varillik, Azerbaycan'ın 7 milyar varillik, Mısır'ın 4,3 milyar varillik, Suriye'nin 2,5 milyar varillik rezervi bulunuyor.

TÜRKİYE'NİN İHTİYACI
Türkiye'nin ise yıllık yaklaşık 237,3 bin varil petrol ihtiyacı bulunuyor.petrokim.blogspot.com/
Öte yandan, dünya toplam petrol talebindeki artış eğilimine rağmen, petrolün birincil enerji kaynakları içindeki kullanım oranı düşüyor. Bunun en önemli sebebi, toplam enerji ihtiyacındaki artışın büyük bölümünün elektrik enerjisi ihtiyacından kaynaklanması ve elektrik talebindeki artışın daha çok kömür, doğal gaz ve yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanması oluşturuyor. Ayrıca, ısınma amaçlı olarak doğal gazın, petrol ürünlerini ikame etmesi nedeniyle petrolün bu sektördeki pazar payı da düşüyor. Süreklilik arz eden bu düşüşe rağmen, dünya toplam enerji ihtiyacının üçte birinin hala petrolle karşılandığının göz ardı edilmemesi gerektiği belirtiliyor. 

Petrol Savaşları

Petrolün Nakli


Rusya ve Hazar Bölgesi ile birlikte komşu İran ve Irak da dahil olmak üzere büyük gaz ve petrol kaynağına sahip Orta Doğu’ya sınırı olması münasebetiyle Türkiye, coğrafi olarak enerji nakilinde önemli rol oynayabilecek iyi bir konuma sahip. Türkler, ülkelerinin bu stratejik coğrafi konumunun bir dizi yurtiçi ve yurtdışı politika hedeflerinin geliştirilmesi için anahtar üreticiler ile Avrupalı tüketiciler arasında önemli bir enerji köprüsü veya bağlantı merkezi haline gelmesini sağlayacak şekilde güçlendirilebileceğini umuyor.



Türkiye’nin artan iç talebi karşılayabilmesi için yeterli miktarda gaz ve petrol elde etmesi gerekiyor ve Türkiye, enerji transit gelirleri ile rafineri ve petro-kimyasallardaki buna bağlı gelişmenin ülkenin büyümesini destekleyebileceğini umuyor. Siyasi liderlerin öngörüleri, bu rolün Türkiye’nin önemli komşular, Avrupa Birliğine girmesi beklentileri ile uluslara arası önemi üzerindeki etkisini de artıracağı yönünde.
Türkiye geçmişte enerji nakli alanında başarı ve tecrübeyi birleştirdi; ancak, sadece Türkiye’nin üzerinde çok az kontrol sahibi olduğu uluslara arası faktörler nedeniyle değil aynı zamanda kısmen iç enerji ve politika dinamikleri nedeniyle de.
Mevcut Önemli Nakil Projeleri 
Önemli enerji nakil projelerine bir bakış, mevcut altyapının kayda değer kapsamını ve Türkiye’nin enerji köprüsü rolünü muhafaza etme ve genişletmesinde karşı karşıya olduğu zorlukları aydınlatacaktır. 
• Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı: 20 yıllık bu boru hattı, günlük 1.6 milyon varil kapasitesine sahip ve Kuzey Irak’ta yer alan önemli üretim alanlarını Akdeniz’e bağlar. Bu boru hattının temel itici gücü, Basra körfezinden yapılan Irak petrol ihracını çeşitlendirerek Avrupa piyasalarına daha yakın hale getirmek. Ancak, Irak’ın Kuveyt’i 1990 yılında işgal etmesinden sonra Irak üzerinde uygulanan uluslara arası yaptırımlar, Irak ve Türkiye’deki isyancıların boru hatlarını sabote etmesi ve Irak’ta yaşanan üretim sorunları nedeniyle proje aşamasında önemli aksaklıklar yaşandı. Mevcut işletim kapasitesi, günlük 300.000 varil ve savaş öncesinde günlük 800.000 varil olan kapasitesine geri döndürülebilmesi için onarım çalışması yapılmasına ihtiyaç var.
• İran-Türkiye Doğal Gaz Hattı: Birkaç yıllık bir gecikme ile 2002 yılında açılan bu hat, her iki tarafın sürekli olarak 8 milyar metreküp olan yıllık sözleşme hacmini ihlal etmesine rağmen, yıllık 10 milyar metreküplük bir nominal kapasiteye sahip. Başlangıçta, Türkiye öngörülenden daha az olan doğal gaz talebi dolayısıyla İran doğal gazını istemedi. Ocak 2008’de ise İran, bölgede anormal derecede seyreden soğuk hava koşulları ile Türkmenistan’dan İran’a yapılan doğal gaz ihracatındaki düşüş nedeniyle doğal gaz girişini kesti.
• Mavi Akım Doğal Gaz Boru Hattı: Doğrudan doğruya Rusya’dan Türkiye’ye sualtından devam eden bu Karadeniz boru hattı, yıllar süren gecikmelerden sonra ve Rusya ve Türkiye arasındaki doğal gaz fiyatlandırma hususundaki anlaşmazlıklar nedeniyle başlangıçta düşük hacimli olarak 2005 yılında işletilmeye başlandı. Günümüzde, yıllık 16 milyar metreküplük bir kapasitesinin yarısı ile faaliyette olduğu bildirilmekte. Denizaltından geçen bölümünden kaynaklanan yüksek inşaat maliyetleri nedeniyle, Mavi Akım aracılığıyla alınan Rusya gazının fiyatlandırması da Ukrayna ve Balkanlar üzerinden geleneksel kara yoluyla sağlanan doğal gazdan daha yüksektir; ki esasında mavi akım hattı bu geleneksel hattı baypas etmesi için tasarlanmıştı.
Mavi Akımın inşa edilmesi için uygulanan program Türkiye’de önemli bir siyasi skandala ve üst düzey siyasetçiler ile kamu yetkililerini içeren Beyaz Enerji Operasyonu adı verilen bir cezai soruşturmaya neden oldu. Rusya ve Türkiye mavi akımın başlatılmasından sonra ikinci bir boru hattı ile hacmi ikiye katlamayı tartışsa da Rusya bu günlerde daha çok Karadeniz altından, Güney Akım adı verilen bir alternatif güzergahtan yana.
• Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı: BTC boru hattı 2006 yılında faaliyete girdi ve Azerbaycan’ın önemli deniz petrol sahalarından Akdeniz’e günlük yaklaşık 850.000 varillik bir nakil sağlamakta. Hattın hacmi, Kazakistan’dan Hazar üzerinden gemi ile taşınan ham petrolün boru hattını beslemesi ile günlük 1 milyon varillik olarak tasarlanan orijinal kapasitesine yakın zamanda çıkacak. Yapılacak modifikasyonlar ile hattın kapasitesi günlük 1.2 milyon varile ve belki de daha yüksek bir rakama kadar çıkartılabilir. Türkiye’nin uluslar arası petrol şirketlerini bu hatta yatırım yapmaya teşvik etmesi için, bilahare karşı çıktığı projenin Türk tarafında kalan kısmı için ihtilaflı fazla maliyeti sağlaması gerekirdi.
• Güney Kafkas Doğal Gaz Boru Hattı: 2007’de bu hat, Gürcistan üzerinden Azerbaycan’ın Şah Denizi üzerinde yer alan petrol sahaları ile Türkiye arasında bağlantı kurmak amacıyla açıldı. Mevcut üretim kapasitesi yaklaşık olarak yıllık 8 milyar metreküp. Bu kapasite, ek kompresör istasyonları sayesinde 16 veya 20 milyar metreküpe kadar çıkarılabilir. Şah Denizi üretiminin bir sonraki aşaması veya Azerbaycan’da geleceğe dönük diğer doğal gaz açılımları için yatırım kararı henüz alınmış değil.
• Türk Boğazları Baypas Boru Hattı Projesi: Türkiye’nin anlayışla karşılanabilir güvenlik ve çevreye yönelik endişelerine rağmen, günlük 2.5 ila 3 milyar metreküp petrol Boğazlardan tankerler ile nakledilmekte. Herhangi bir çözüm yolu bulunmaksızın yığınla baypas boru hattı projesi (bunların arasında Burgaz- Dedeağaç, Burgaz-Vlora, Constanza-Trieste, Constanza-Omisalj, Tırakya da yer almaktadır) son 15 yıldır tartışma konusu olageldi. Bu gün ise Türkiye, halihazırda iki büyük boru hattının bitiş noktaları olan Samsun’dan Ceyhan’a devam eden daha uzun bir boru hattını desteklemekte. Yakın zamanda bu boru hattı tekliflerinin gerçek birer projelere dönüşmesi olası değil. Türk Boğazları, petrol deniz taşımacılığının önemli nakil noktası olmaya devam edecek.
Türkiye üzerinden Enerji Nakilinin Artırılması önündeki Zorluklar
Önemli ancak karışık sicili göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin itibarı ve yatırım şartlarının önemli petrol ve doğal gaz üretici ve tüketicilerinin Türkiye’yi ek bir nakil rotası olarak kullanmaya niyetlenmelerinden önce daha fazla iyileştirilmesi gerekir. Ancak, Avrupa’ya Nabukko doğal gaz boru hattı, İsrail ve daha ötesine boru hatlarının inşası gibi ekonomik olarak iddialı projeler ile yeni ihracat rafinerilerini gerçekleştirmeye çalışmaya devam ediyor. Tedarik hedeflerinin çeşitlendirilmesi önemli bir hedef ise; Türkiye’nin doğal bir seçim olup olmadığı net değil. Genel olarak Türkiye, endüstri tarafından güvenilebilecek bir nakil güzergahından ziyade zedelenebilir bir hat olarak görülüyor.
Endüstri aynı zamanda genel olarak sermaye maliyetleri, ticari esneklik ile piyasaların çeşitliliği gibi nedenlerle kara nakliyesi yerine deniz nakliyesinden yana.  Türkiye’nin boğazlarda modern bir gemi izleme sistemi geliştirmesini ertelemesi ve karanlıkta tanker trafiğine imkan verecek şekilde kapasitesini geliştirmede gönülsüz olması ile sonuçlanan Türkiye’nin deniz nakliyesinin güvenliğini karasal boru hatları için bir pazarlık kozu olarak kullanma eğilimi uluslar arası petrol endüstrisinin Türkiye’yi nakil ortağı olarak temkinli bir şekilde değerlendirmesine neden olan ironik bir etki yaratıyor. Nakliyenin Türkiye üzerinde çeşitlendirilmesine odaklanılmasından ziyade Türkiye’den uzaklaşılması, göz önde bulundurulan bir husus haline geliyor.
Ekonomik Projeler olarak Uluslar arası Boru Hatlarının Doğası
Boru hatları, petrol akışının üst ve alt seviyeleri olan üretim ve pazarların arasında yer alan parçasıdır ve genellikle de uluslar arası endüstri tarafından gelir merkezi olmaktan ziyade masraf kaynağı olarak görülür. Kuzey Amerika dışında, üretici şirketler veya ülkeler tarafından doğrudan doğruya desteklenmeyen ve kontrol edilmeyen önemli ticari boru hattı dünyanın hiçbir yerinde yok. Doğal gaz boru hatları açısından bakıldığında da,onlar da tüketici ülkelerden veya şirketlerden, en azından projenin kredi sürekliliği veya sermaye geri ödemesi sürecinde uzun vadeli sürüm hacmi garantileri şeklinde mali destek gerektiriyor.
Sonuç olarak, nakil ülkelerinin kendisi neredeyse hiç boru hattı inşa etmiyor. 5-10 milyar dolara çıkan uzun mesafeli boru hatlarını, güvenilir petrol ve doğalgaz üreticilerinden garantiler almaksızın finanse etmek zor. Bu üreticiler, projeler üzerinde mülkiyet veya kontrole sahip olmaksızın kredi kapasitelerini sağlamaya gönüllü de değil. Bir projenin ticari destekçisi, söz konusu projenin başarı olasılığı için de en iyi gösterge; öte yandan nakil ülkeleri, belki de hiç, tek başına bir gösterge değil.
Tabii ki kredi kapasitelerinin akıllıca kullanılıp kullanılmadığına bakılmaksızın, hükümetler mükemmel bir şekilde kendi başlarına boru hattı inşa edebiliyor. Türkiye BTC boru hattını desteklemek için 400 milyon dolarlık bir maliyet aşımı garantisi sundu ve şimdi de Mavi Akım boru hattını desteklemek için daha yüksek doğal gaz ücreti ödüyor.Nakil ülkelerinin neden tek başlarına bu tür projelerde risk almamaları gerektiğini ve ticari olarak gerçekleştirilebilir boru hattını neden inşa etmemesi gerektiğini gösteren en temel örnek, büyük batık maliyetleri, kullanılmama süresi ve başlangıçta niyet edilenin tersi yönünde sürekli olarak elde edilen faydanın az olması ile Ukrayna’nın Odesa-Brody petrol boru hattıdır. Planlandığı gibi Ukrayna’nın ham petrol tedariği kaynaklarını çeşitlendirmesinden ziyade ülkeyi Rusya’ya daha da bağımlı hale getirmiş; yaradan çok zarar getiren bir proje haline gelmiştir.
Ne yazık ki; ABD hükümetinin bazı kesimleri de dahil, BTC boru hattı deneyiminden bir dizi yanlış ders çıkarıldı. Diplomasinin bölgesel yönetimlerin çıkarlarını bağdaştırmada ve projelerin ilerlemesine imkan tanıyacak yatırım şartlarının sağlanmasında önemli bir rol oynadığı doğru; ancak, projenin ana teşvikçileri, malikleri ve işletmecileri Batılı petrol şirketleriydi ve projeyi finanse eden de yine onların kredi kapasiteleriydi. Bunu gerçekleştirirken de, hükümetin ikna gücüyle pek de alakası olmayan bir ticari motivasyon ile hareket etmişlerdi. Projenin ilerlemesine imkan tanıyan hükümetler arası ve ev sahibi-hükümet anlaşmalarının ilk taslakları BP avukatlarınca hazırlandı ve anlaşmaların müzakerelerine de yine bu avukatlar katıldı. Bir boru hattının gelecekte başarısının en iyi garantisi, petrol sevkıyatçılarının mali paya sahip olmasıdır.
Yukarıdan gelen bir kaynak akışı ve destekçiler olmaksızın peşinden koşulan nakil projeleri, işi tersinden yapmaya denktir. Nakil ülkelerinin, bazıları üreticilerinki ile ihtilaf içerisinde olan kendi yasal çıkarları var- örneğin, daha yüksek nakil harçları ve gelecekteki tedarik için uygun fiyatlandırma gibi. Bir projede şartlar olgunlaşmadan bu hususların gündeme getirilmesi, üreticilerin ilgisini nakil hatlarına çekmekten çok caydırma eğilimindedir. Birden fazla nakil ülkesinin, kendilerine ait ekonomik ve siyasi gündemleri ile işletilmesi, böylesi pahalı projelerin idaresini daha da karmaşık hale sokmaktadır. Örneğin, yıllık 8 milyar metreküp olduğu tahmin edilen birinci aşama hacmi ile Nabukko’nun, diğer nakil ülkelerinin her birinin- Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan- istenen kısma kapasitelerini artırmak istemesinden sonra, Avrupa’nın Avusturya’daki doğal gaz merkezi olan Baumgarten nihai noktasına kadar doğal gaz yetiştirip yetiştiremeyeceği belirsiz.
Uzun mesafeli boru hatlarının uzun süren olgunlaşma aşamasından dolayı (genellikle üç veya beş yıl; finans kısmı ise tek başına bir yıldan fazla alabiliyor), bu projeler çok uygun dış politika araçları değil. Bu noktada hükümetlerin ve şirketlerin olağan çıkarları sık sık çatışıyor. Hükümetler daha kapsamlı kamusal hedefler ve diplomatik ivmenin devamını temin etmek için reklam yapmayı tercih ediyor. Şirketlerse muhalefeti davet etmesi ve projede güçlükler yaratması nedeniyle reklamdan kaçınıyor.
Dış Faktörler
Türkiye zaten önemli bir ham petrol nakil noktası. Gelecek potansiyeli, kuzey Irak’taki şartlara dayalı olan Kerkük-Ceyhan boru hattının hacminin yeniden düzenlemesinde ve Kazakistan’dan sağlanacak Hazar üzerinden ek petrol akışı ile BTC boru hattının potansiyel kapasitesinin tamamlanmasında yatıyor. Bu iki husus da Türkiye’nin kontrolü veya etki alanında değil, ancak uzun vadeli eğilimler ümit verici.
Doğal gazla ilgili olarak, dış faktörler daha zorlu. Yakın dönemde, yeni bir büyük boru hattının beslenmesi için yeterli üretim kapasitesi mevcut olmayacak.
Hem İran hem de Irak, kritik yurtiçi kullanım için yeterli gaza sahip değil. İran doğal gazını ihraç etme kararı alsa dahi, muhtemelen ciddi bir projeden ziyade Türkiye’den geçen büyük bir boru hattını pazarlık kozu olarak kullanacaktır. Hem Pakistan üzerinden Hindistan’a geçecek bir boru hattı hem de dünya piyasalarına ihraç için sıvılaştırılmış doğal gaz daha iyi ekonomik getiri ve Batı yaptırımları olasılığına sürekli tabi olacak bir dizi siyasi uzlaşma sonrasında Avrupa’ya uzanacak bir boru hattından daha çok risk kazanç oranı vaat ediyor.
Azerbaycan’daki doğal gaz gelişiminin gidişatı, hale netleşmiş değil. Güney Kafkasya doğal gaz boru hattının doldurulması için Şah Denizi doğal gaz alanının ikinci aşamasının geliştirilmesi bile Azeri Hükümetinin iznini alacak veya petrol şirketi sahiplerinin proje yaptırımlarına maruz kalacak. Azerbaycan Uluslararası İşletim Şirketi tarafından işletilen Azeri-Güneşli-Çırak petrol sahaları kapsamında Azerbaycan Hükümetine ait olan geniş doğal gaz çıkarma hakları verilmiş değil. BTC ve Güney Kafkaslar doğal gaz boru hatlarının bu koridorları daha fazla geliştirme hakları var. Önemli ekonomik ödünler olmaksızın bu hakkı diğerlerinin kullanmasına müsaade etmeleri olası değil. Bu koridora ek boru hatlarının döşenmesi hususunda ayrıca teknik kısıtlamalar da söz konusu; bu nedenle, yeni ve pahalı bir yeni güzergah Kafkasya üzerinden Türkiye’ye ciddi hacimde  yeni petrol ve doğal gaz taşınması için kesinlikle ihtiyaç olacaktır.
Türkmenistan çok önemli doğal gaz kaynaklarına sahip olsa da gelecekteki üretimi batıya taşımakta çıkarı olabilecek hiçbir Batılı şirket orada çalışmıyor. Kurnaz ve otoriter lideri Saparmurat Niyazov’un vefatından iki sene sonra, doğal gaz ilişkilerinde Türkmenistan Rusya’ya hiç olmadığı kadar yakın. Tek önemli gelişme Doğu Türkmenistan’daki karada doğal gaz imtiyazının, Özbekistan ve Kazakistan’dan doğal gaz nakli için büyük bir boru hattı inşa eden Çin’e verilmiş olması. Türkmen-Azeri ilişkileri sıcaklaşsa da, Hazar Denizi üzerinden bir doğal gaz boru hattının inşa edilmesi veya hatta düşünülmesinden önce, Hazar Denizinde sınır belirleme sorunlarına daha iyi çözümler getirilmiş olmalı.
Rusya Orta Asya’daki doğalgaz üreticilerine, üretimlerini almak için piyasaya bağlı fiyatlandırma öneriyor. Mevcut altyapı ve dolayısıyla daha az ulaşım maliyetleri ile, Rusya Orta Asya Doğalgaz üreticilerine daha yüksek bir sınır ücreti önererek rekabet halindeki diğer tüm yeni boru hatlarına üstün gelebilecek bir pozisyonda. Türkmenistan ile boru hattı bağlantısına sahip olan İran da aynı şeyi yapabilir. Mevcut bu güzergahlara en iyi alternatif, aslında masraflı uzun mesafeli boru hatlarına mali destek sağlamaya istekli olduğunu gösteren Çin. Batı şimdiye kadar böyle bir isteklilik göstermedi.
İç Faktörler
Türkiye’nin petrol ve doğalgaz sektörü geleneksel olarak TPAO, Botaş ve Tüpraş gibi devlet şirketlerinin hâkimiyetinde. Sektörü liberalleştirmek ve ulusal kurumları özelleştirmek için çeşitli girişimlerde bulunulsa da, reform süreci tamamlanmış değil. Sektör birçok bakımdan piyasa kurallarına ve özel firmaların etkileşimlerine göre değil bakanlıkların yönlendirmeleri ve siyasi müdahalelere göre hareket ediyor. Bu nakil hatları için avantaj olduğu kadar dezavantaj da oluşturuyor. Sözgelimi devletin siyasi veya dış politika çıkarları, ekonomik bakımdan verimli olmayan veya olgunlaşmamış projelerin ekonomik olarak desteklenmesi için meşru gerekçe olarak kullanılabiliyor.
Gerçekten de Türkiye’nin geçmişte ülke içi doğalgaz ihtiyacını aşırı yüksek tahmin etmesi,  anlaşmalarda taahhüt ettiği miktarları satın almak konusunda kronik bir başarısızlığa yol açtı. Bu durum en son dönemde hem Mavi Akım hem de İran doğalgaz hattı için geçerliydi. Bu kötü anlaşmaya uyma sicili, son iki örnekte olduğu gibi muhatap Gazprom veya İran Ulusal Petrol Şirketi gibi bir başka devlet şirketi olmadığında ticari zorluklar yaratıyor. Türkiye’de kesinlikle artmakta olan enerji talebinin bastırılması, bir boru hattının finansmanında güvenilir müşterilerden alınan bankaca muteber kabul edilen hacim güvenceleri ile karıştırılmamalı. Sırf maliyetli boru hattı projelerini desteklemek için Türkiye’nin potansiyel talebe hizmet etmek amacıyla uzun vadeli al veya öde sözleşmelerine dayanarak doğalgaz satın alması da mali olarak akıllıca değildir.
Türkiye’nin doğalgaz müşterisi, nakliye sağlayıcısı veya toplayıcısı ve  (Gazprom’a benzer) tekrar doğalgaz ihracatçısı gibi rollere sahip olmasına dair kafa karışıklığı Ortadoğu ve Hazar doğalgaz üreticileriyle ve Avrupalı müşterilerle ilişkileri karmaşıklaştırıyor. Üreticiler ve tüketiciler, Türkiye’dekiler bile, birbirleriyle nakliye sağlayıcısı üzerinden değil, doğrudan temas kurmayı tercih ediyor.  Dolayısıyla, Türkiye’nin dışındaki pazarlara bakmaksızın, örneğin bir BP Botaş aracılığıyla değil  Koç Şirketleri gibi güvenilir bir müşteriye doğrudan doğruya satış yapmayı tercih edecektir.
Nakliye müşterileri, Türkiye’nin şeffaf boru hattı düzenlemeleri ve operasyonları, hükümet erişimi ve tarife metodolojisi sicilini geliştirerek tedarikçi rolüne odaklanmasını tercih edecektir. Boru hattı operatörü genellikle doğalgaz satmak veya dağıtmak amacıyla birden fazla nakliye müşterileri ile rekabet etmez. Aksi takdirde, adil olmayan bir rekabet avantajı olarak piyasa erişimini engelleme imkanını kullanabilir. Yine buna verilebilecek en iyi örnek, bazı Avrupalı müşterilerin kaçınmayı çok isteyecekleri ticari uygulamalara sahip olan Gazprom olacaktır.
Türkiye’nin enerji nakil merkezi olmak yönünde açıkça beyan ettiği hedefi merak uyandıran bir arzu. ABD’nin Cushing, Oklahoma’daki ham petrol nakil ve depolama merkezi ile Louisiana’daki Henry doğalgaz merkezi tam olarak gelir kaynakları değil ve bu yöreler için bu faaliyetler büyük paralar getiren faaliyetler değil. Benzer bir rol oynayabilmesi için Türkiye’nin şu an sahip olduğundan çok daha fazla depolama tesisi inşa etmesi gerekecek. Bu özellikle kritik önemde, fakat aynı zamanda talep, ülke içi ihtiyaçlar ve nakliye yükümlülüklerindeki mevsimsel değişimleri dengeleme lüzumu göz önüne alındığında daha pahalı.

Türkiye’nin aslında petrol ticaret merkezleri olarak Rotterdam ve Singapur gibi modelleri  aklına koyduğu şüphesi akla gelebilir. Her ikisi de, büyük tüketim ve üretim bölgelerinin ortasındaki küçük ve istikrarlı ülkeler. Her iki ülkenin de küçük olması ve uluslar arası ticarete bağımlı olmaları, komşuları için rahatlık ve güvenlik anlamına geliyor. Türkiye bu profile uymuyor. İki ülke deniz taşımacılığı, işleme ve depolama için uygun noktaların yanı sıra, çokuluslu bankalar üzerinden uluslararası uluslar arası standartlar doğrultusunda şeffaf şekilde düzenlenmiş finans hizmetleri de sağlıyor. Sözleşme ihtilaflarının çözülmesi ve bağımsız mahkemeler kapsamında ticaret için hukukun üstünlüğü, başarılarının önemli öğelerinden. Bunlar yıllar boyunca geliştirilmiş çok önemli varlılar ve Türkiye’nin şuanda sahip olduğu tek avantaj olan, sadece nakliye için şanslı bir konuma sahip olmaları değil.

Nakliye Beklentileri
Bu ciddi zorluklara rağmen, enerji geçiş ülkesi olarak halihazırda önemli olan pozisyonunu güçlendirme doğrultusunda Türkiye’nin atacağı sayısız somut adım mevcut.
Öncelikle, mevcut nakil altyapısının avantajlarından tamamıyla faydalanarak bu batık sermayesinin performansını iyileştirmeli. Nakliyeciler, yatırımcılar ve Mukrizlerin geleceğe dönük güvenini, etkili ve verimli bir nakil sağlayıcı olarak gösterilen mevcut potansiyelden başkası tesis edemez.
Kerkük-Ceyhan boru hattının günlük bir milyon varilin üzerindeki gerçek kapasitesine ulaşması için büyük yenilemeler yapılması gerekiyor. Irak’taki işletim şartları daha fazla petrol akışına izin verdiğinde, Türkiye bu boru hattının elverişli konumundan tam anlamıyla yararlanmak için ülkenin güneydoğu bölgesindeki güvenlik şartlarını ve aynı zamanda Kuzey Irak ile ilişkilerini iyileştirmeli. Tanker trafiğindeki buna bağlı artış, BTC boru hattında günlük ekstra bir milyonluk veya daha fazla varil petrol da dahil olmak üzere, deniz kontrol ve koruma faaliyetlerinin Türk güvelik güçleri için daha yüksek öncelikli olması gerektiği anlamına geliyor.
Türkiye, gerçekçi bir şekilde alım gücüne sahip olduğu ek hacimler için bankalarca kabul gören garantiler sağlayarak ve daha da önemlisi, Hazar doğal gazının Yunanistan ve İtalya’ya ulaşmasında nötr bir nakil hizmet sağlayıcı olacağını vaat ederek Güney Kafkasya boru hattının kapasitesini tamamlamak için Azerbaycan’daki doğalgaz üretiminin daha da artırılmasını kamçılayabilir.
Diğer bir imkan da Yunanistan ile rekabet etmek yerine en kısa mesafeye sahip olacak ve daha iyi işletim ortamı vaat eden Trakya üzerinden bir ortak Boğaz baypas boru hattı üzerinde işbirliği yapabilir. Böylesi bir proje sadece en iyi maliyet-fayda oranı sağlamayacak aynı zamanda siyasi açıdan da hem bölgesel olarak hem de Türkiye’nin tüm Avrupa ilişkilerinde de faydalar sağlayacaktır.
Anlaşma hükümlerine uymak ve tedarik ilişkilerini ikili ilişkilerde stratejik kozlar olarak kullanmak yerine doğrudan ticari kurallara uygun hale getirmek de Türkiye’nin güvenilir bir nakliye ortağı olarak itibarını artıracaktır. Tekel boru hattı operatörü ve tekel doğalgaz ithalatçısı olarak Botaş’ın konumu, özel sektörün finanse ve inşa ettiği boru hatlarını teşvik etmek için reforme edilmelidir. Her durumda şeffaf düzenlemelere ihtiyaç var ve Botaş’ın liderliğinin siyaset ile bağı kesilmeli. Aksi takdirde yeni nakliye yatırımları Türk devletinden büyük finans garantileri gerektirmeye, ki bu da özerk kredi kapasitesinin en iyi şekilde kullanılması olabilir veya olmayabilir, ve Türk iç politikasında enerjinin siyasallaşmasını daha uzun süre sürdürecektir.
ABD’nin Çıkarları ve Siyasal Çıkarımları 
Öncelikli olarak, siyasi karar alıcılar ABD’nin bölgede enerjiyle ilgili çıkarlarını uygun bir şekilde değerlendirerek önceliklendirmelidir; bu değerlendirmede şu hususlar da yer almalıdır:
• Hazar’daki petrol ve doğalgaz üreten ülkelerin ekonomik özerkliği ve buna bağlı siyasi bağımsızlığı;
• Küresel piyasalara gelen petrol ve doğalgaz tedariğinin önemli ölçüde artırılması; artırılan bu miktarlar Amerika kıyılarına hiç ulaşmasa bile, dünyanın en büyük tüketicisi olan ABD bundan fayda sağlayacaktır;
• ABD’nin ticari çıkarları ile
• ABD’nin Avrupa’daki müttefikleri için enerji tedariğinin çeşitlenmesi.
Politikaya, ABD’nin hayata geçireceği önceliklere ve kapasiteye dair kavrayış yol göstermelidir. Örneğin, Orta Asya’da üretim yapan Amerikalı bir petrol şirketi, Çinlilerin parasını verdiği Çin’e uzanan bir boru hattı dahilinde piyasa fiyatlarından satış yapmaktan ziyadesiyle mutluluk duyabilir. Bu, ABD’nin ilk üç politika hedefini ileriye götürebilir, fakat dördüncüsünü götürmez. Batı son hedefe ulaşmak için pahalı nakliye projelerine mali destek vermeye gönüllü olacak mıdır?
Türkiye’nin konum avantajları göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye nakliye şartlarını ve itibarını iyileştirmesi halinde sağlam ekonomi projeleri bu ülkede gerçekleştirilecektir. Genel olarak, ABD’nin  küresel piyasaya enerji nakil potansiyelinin tamamını kullanmasında Türkiye’yi angaje etme politikasına en iyi mevcut durumun daha gerçekçi bir değerlendirmesi yapılarak hizmet edilebilir, bu durum zaman içerisinde nasıl iyileştirilebilir, ve iyi formüle edilmiş bir politikanın yürütülmesi için hangi araçlara ihtiyaç vardır gibi. Anakara ve Washington bölgedeki enerjiye ilişkin kendi politika hedeflerini belirlediklerinde, iki hükümet birbiri ile örtüşen ancak benzer olmayan çıkarları doğrultusunda koordineli olarak hareket etmek üzere pozitif bir gündem geliştirerek işbirliği yapabilir.
İlk olarak üretim kapasitesinin artırılması üzerinde durulmalıdır, özellikle de Orta Asya’dan gelen doğalgaz için. Bu aynı zamanda bölgedeki en büyük doğalgaz kaynaklarına sahip (Rusya ve İran dışında)  olan Türkmenistan için de hayatidir ve bu kaynakların geliştirilmesinde önemli oranda yabancı yatırım çekmede en az ilerlemiş olandır. Beş yıl veya daha fazla süreyle yıllık olarak düzenli bir şekilde milyarlarca dolarlık yatırım yapılmaksızın, mevcut bu kaynaklar ticari doğalgaz rezervlerine dönüştürülemez.
Türkiye’nin artan doğalgaz talebi, Hazar tedariğini alarak Avrupa enerji çeşitliliğine bir zarar olarak değil Türkiye’nin Azerbaycan ve Türkmenistan’ı doğalgaz çıkarma faaliyetlerine ve işbirliğine ikna etmesi açısından  olumlu bir faktör olarak görülmelidir.  Türkiye kendisini ABD çıkarları karşısında ikincil önemde görürse ve Washington’ın Ruslara ve İranlılara karşı pazarlık kozunu artırmaktan başka derdi olmadığı sonucuna varırsa, bundan istenmeyen sonuçlar çıkabilir. Türkiye’yle ABD’nin Orta Asya ülkelerinde egemenliği ve yönetimi güçlendirmek için birlikte çalışmaları, Moskova’nın şu anda mevcut çekici fiyat tekliflerine rağmen bu ülkelerin enerji kaynaklarını nakletmek konusunda Rusya’ya bağımlılıklarını azaltmalarının kendilerine getireceği avantajların farkında olan hükümetlerin kurulması için  şartları iyileştirecektir. 
Güney Koridoru için sürdürülebilir ve etkili bir ABD stratejisi, kısa, ekonomik yaşayabilirliği olan ve Türkiye, Yunanistan ve İtalya arasındaki doğalgaz boru hattı bağlantıları gibi, zaman içinde birleştirilebilecek petrol ve doğalgaz nakil projelerine odaklanacaktır. BTC deneyiminden çıkan değerli, fakat sık sık görmezden gelinen ders, çok daha pahalı olan ana ihracat hattının ticari olarak yaşayabilir hale gelmesinden önce, ilkin güven artırıcı olarak, yeni bir rotanın gerçekleşebilirliğini göstermek için daha az maliyetli olan Bakü-Supsa boru hattının inşa edilmesinin önemiydi. Şu anda Güneydoğu Avrupa’da bulunmayan sıvılaştırılmış doğalgaz alıcı terminalleri, çoklu tedarik kaynaklarına sahip daha sağlam ve bağlantılı bir doğalgaz piyasasının geliştirilmesine de hizmet edebilir.
Rusya’nın Ukrayna’daki son doğalgaz kesintisi; birbirine bağlantılı boru hatlarının ve entegre edilmiş bir Avrupa doğalgaz pazarının yokluğunun, sadece tedariğin %20 oranında kesilmesini değil aynı zamanda kıta için en büyük acil zaafı temsil ettiğini göstermiş oldu. Bu noktada, mevcut altyapısı ve güçlü potansiyeli ile Türkiye’nin yapabileceği çok katkı var, fakat ABD’nin Avrupa’da yardımı olmaksızın Türkiye’nin çok yol kat etmesi mümkün görünmüyor. Üretim kapasitesi büyüdükçe ve Güney Koridorunun kapasitesi anlaşıldığında, bir çok ülkeden geçecek uzun mesafe boru hatlarının eş zamanlı olarak geliştirilmesini içeren Nabukko gibi daha iddialı ve pahalı projeler, daha yüksek başarı olasılığı ile izlenebilir.
Çeşitli ülkeleri ve ticari çıkarları bağdaştırmak ve potansiyel rakipleri güçlü karşıt eylemlere kışkırtmaktan kaçınmak için sakin diplomasi gerekiyor. Yüksek düzeyli ve olgunlaşmamış bir saldırgan politika muhtemelen sonuç vermeyecek ve petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden akmasını sağlayacak güveni tesis etmeden önce siyasi sermayeyi israf edecektir. ABD yönetimi (aynı Rusya gibi) nakliye projelerini mali olarak desteklemeye istekli davranmadıkça, basiret cesaretten sayılmaya devam edecektir. Çabuk çözümlere yatkın olmayan bir sektörde aşırı vaatkar ve aşırı savurgan davranmak-sadece Türkiye için değil aynı zamanda ABD için de-tehlikelidir. Yay.Tar: 5.5.2009
Edward C. Chow
Final Report of The CSIS U..S Turkey Stratgic İntiative
Türk - Amerikan Stratejik Girişimi
Tecüme: Seher Özer